Mehmet Şimşek, Berat Albayrak, CHP davası riskleri…

Türkiye ekonomisi, uzun yıllardır yapısal sorunların ve siyasi müdahalelerin gölgesinde yön aramaya çalışan kırılgan bir yapı içerisinde ilerliyor. Bu karmaşık denklemin son yıllardaki aktörleri arasında yer alan Mehmet Şimşek ve Berat Albayrak gibi ekonomi yönetiminde söz sahibi olmuş isimler, yalnızca kendi dönemlerinde uyguladıkları politikalarla değil, aynı zamanda bıraktıkları etkiyle de hâlâ tartışma konusu olmaya devam ediyor. Diğer yandan, muhalefet cephesinde özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ekonomi politikalarına yönelik söylem ve eylemleri, toplumun alternatif bir ekonomi vizyonuna olan beklentisini artırıyor. Fakat bütün bu unsurların ötesinde, Türkiye ekonomisinin geleceğine dair riskleri besleyen asıl unsur, belirsizlik ortamının sürekliliği ve kurumsal yapının zayıflamasıdır.

Mehmet Şimşek, Türkiye’de piyasaların güven duyduğu teknokrat bir isim olarak tanınır. Özellikle 2009 sonrası dönemde Hazine ve Maliye Bakanı olarak görev yaptığı süreçte uyguladığı mali disiplin, uluslararası yatırımcılar nezdinde Türkiye’ye olan güveni artırmıştı. 2023 sonrası yeniden ekonomi yönetiminin başına geçmesiyle birlikte, piyasaların görece olumlu tepki verdiği, ortodoks ekonomi politikalarına dönüş süreci başladı. Faiz oranlarının Merkez Bankası tarafından piyasa rasyonelliğine uygun şekilde artırılması, yabancı sermayeye verilen olumlu sinyaller ve bütçe disiplini gibi adımlar, kısa vadede güven tazeledi. Ancak bu yaklaşım, yüksek faiz ve sıkı para politikası nedeniyle iç piyasada daralmaya yol açtı; halk nezdinde ise “acı reçete” algısı giderek kökleşti. Şimşek’in rasyonel politikalarının sürdürülebilirliği, yalnızca ekonomik gerekçelere değil, siyasi iradenin bu programı ne ölçüde sahiplenip sürdüreceğine bağlıdır. Nitekim geçmiş deneyimler, teknik aklın siyasetin önüne geçemediği durumlarda programların yarım kaldığını göstermektedir.

Berat Albayrak dönemi ise Türkiye ekonomisinde bambaşka bir yönelimin ifadesi olarak görülür. 2018-2020 arasında ekonomi yönetiminin başında olan Albayrak, geleneksel ekonomik kuramlardan uzak, düşük faiz-yüksek kredi büyümesi temelli bir politika izlemiştir. Bu yaklaşım kısa vadede büyümeyi desteklemiş olsa da, beraberinde kur şoklarını, rezerv kayıplarını ve enflasyonun kontrolsüz yükselişini getirmiştir. Merkez Bankası rezervlerinin tartışmalı biçimde eritildiği iddiaları, ekonomi yönetiminin şeffaflığına olan güveni zedelemiş, Türkiye’nin kredi risk primi ciddi biçimde yükselmiştir. Bu dönemin uzun vadeli etkileri, hâlâ finansal sistem üzerinde baskı yaratmaktadır. Albayrak’ın ekonomi yönetiminde olduğu süreçteki yaklaşım, kurumsal bağımsızlıkların törpülendiği bir ortamda ekonomi yönetiminin ne derece kırılgan hale gelebileceğini açıkça göstermiştir.

Tüm bu gelişmelerin gölgesinde muhalefet partisi olarak CHP’nin ortaya koyduğu ekonomik söylemler, seçim dönemlerinde daha fazla görünür hale gelmiştir. Ancak CHP’nin ekonomi politikaları konusundaki en büyük sınavı, yönetme kapasitesini topluma ikna edici şekilde sunup sunamadığıdır. Özellikle yerel yönetimlerde bütçe yönetimi, sosyal yardımlar ve istihdam politikaları üzerinden yürütülen örnekler, ulusal ölçekte bir ekonomik modele dönüşmediği sürece sınırlı kalmaktadır. Ayrıca son dönemde CHP’nin içindeki ideolojik ve yönetimsel ayrışmalar, ekonomi politikalarında da netlikten uzak bir görüntü sunulmasına neden olmuştur. Seçmen için CHP’nin ekonomi vaatleri hâlâ somutlaşmamış, teknokratik bir güveni arkasına alacak düzeye ulaşamamıştır. Ancak yine de mevcut ekonomi yönetiminin başarısız olduğu anlarda CHP gibi alternatiflerin politika alanını yeniden şekillendirme potansiyeli mevcuttur.

Bütün bu siyasi ve ekonomik aktörler ekseninde, Türkiye ekonomisinin geleceğini asıl belirleyecek olan faktör, hukuk devleti ilkesine, kurumsal yapıya ve öngörülebilirliğe duyulan güvenin yeniden inşa edilip edilemeyeceğidir. Zira ekonomi yalnızca rakamlardan ibaret değildir; ekonomi aynı zamanda güvenle, istikrarla ve liyakatle şekillenen bir yapıdır. Ekonomik programların etkili olabilmesi için teknik kadroların uzun vadeli stratejileri sürdürebileceği bir zemine ihtiyaç vardır. Sık sık değişen yöneticiler, popülist müdahaleler ve şeffaflıktan uzak uygulamalar, hem iç piyasayı hem de dış yatırımcıyı ürkütmektedir.

Sonuç olarak Türkiye ekonomisinin gidişatına dair tartışmalar yalnızca Şimşek ya da Albayrak gibi bireysel isimlerin başarı veya hatalarıyla açıklanamaz. CHP’nin iktidara alternatif oluşturma potansiyeli de, yalnızca söylemle değil, yapısal programlarla test edilebilir. Asıl mesele, ekonomiyi bağımsız kurallar üzerinden yöneten, toplumsal refahı önceleyen ve kurumsal yapıları güçlendiren bir sistemin kurulup kurulamayacağıdır. Ekonomik başarı, bir partinin ya da bireyin değil, sistemsel aklın ürünüdür. Bu anlayış benimsenmedikçe Türkiye’nin ekonomik sorunları yalnızca şekil değiştirerek var olmaya devam edecektir.