Borsada yatırım yaparken herkesin amacı kazanç elde etmek olsa da, asıl mesele kazancın kalıcı olmasını sağlamaktır. Kârı korumak, sermayeyi güvence altına almak kadar önemlidir. Bu noktada yatırımcıların sıkça başvurduğu iki popüler yöntem öne çıkar: “Hisse satışında maliyet sıfırlama”. Bu stratejiler, yatırımcıya hem riski azaltma hem de uzun vadeli kazancı sürdürme imkânı sunar. Ancak her iki yöntemin de avantajları ve eksileri, özellikle enflasyon ve paranın zaman içindeki değeri göz önüne alındığında ciddi biçimde farklılaşır.
İlk yöntemde yatırımcı, örneğin 2 TL’den aldığı hissenin 6 TL’ye yükselmesiyle hisselerinin 2/3’ünü satar. Böylece başlangıçta yatırdığı sermayeyi geri alır ve elinde 1/3 oranında bedelsiz sayılabilecek bir hisse kalır. Bu strateji kulağa oldukça mantıklı gelir; çünkü yatırımcı artık ana parasını kurtarmış, sadece kazanç kısmıyla piyasada kalmıştır. Psikolojik olarak da rahatlatıcıdır. Çünkü yatırımcı, “zarar etme” ihtimalinden uzaklaşır. Ancak burada gözden kaçan önemli bir nokta vardır: Enflasyon ve paranın satın alma gücü. 2 TL’ye yatırılan sermaye geri alındığında, özellikle yüksek enflasyonlu ekonomilerde o 2 TL’nin reel değeri çoktan azalmıştır. Yani nominal anlamda maliyet sıfırlanmış gibi görünse de, gerçekte yatırımcı paranın maliyetini ve fırsat maliyetini hesaba katmazsa uzun vadede kayba uğrar. Ayrıca satış sırasında vergisel yükümlülükler veya işlem maliyetleri de kazançtan bir kısmını törpüler.
İkinci yöntemde ise yatırımcı daha temkinli davranır. 2 TL’den aldığı hisse %20 kâr yaparak 2,40 TL’ye geldiğinde, yatırımcı kârı hissede bırakıp anaparayı çeker. Bu durumda elinde kalan hisse, tamamen kazançtan oluşan bir pozisyona dönüşür. Yani “bedelsiz hisse” benzeri bir durum yaratılır. Bu strateji özellikle volatil piyasaları seven ama riski minimize etmek isteyen yatırımcılar arasında tercih edilir. Çünkü ana para korunmuş, risk artık sadece kâr tutarına devredilmiştir. Ancak bu yöntemde de paranın zaman değeri hesaba katılmalıdır. Eğer yatırımcı anaparayı çektikten sonra bu parayı atıl bırakıyor veya reel getiri sağlayamıyorsa, aslında parasının değeri enflasyon karşısında erimeye devam eder. Kâğıt üzerinde kâr olsa bile, reel olarak alım gücü düşer.
Her iki yöntemin de ortak amacı aynıdır: Sermayeyi korumak ve riski azaltmak. Fakat yatırımcı profiline göre uygulanma şekli değişmelidir. Uzun vadeli yatırımcılar için birinci yöntem daha mantıklı olabilir; çünkü sermaye geri alınırken portföyde kalan hisseler gelecekte temettü veya yeni yükselişlerle ek kazanç sağlayabilir. Kısa vadeli veya fırsatçı yatırımcılar için ikinci yöntem daha uygundur; çünkü risk yönetimi ön plandadır ve likidite avantajı sağlar.
Ancak bu stratejilerin hiçbiri mutlak kazanç garantisi vermez. Maliyet sıfırlama sadece matematiksel bir denge değil, aynı zamanda psikolojik bir rahatlama aracıdır. Çünkü birçok yatırımcı, “Artık bu hissede kaybedemem” düşüncesiyle piyasada daha soğukkanlı hareket etmeye başlar. Bu, karar kalitesini artırır. Fakat unutulmamalıdır ki, maliyet sıfırlamak demek yatırım fırsatlarını kaçırmak anlamına da gelebilir. Eğer hisse daha büyük bir yükseliş potansiyeline sahipse, erken satış uzun vadede fırsat kaybına yol açar.
Sonuç olarak, hangi yöntemin tercih edileceği yatırımcının hedeflerine, risk toleransına ve ekonomik koşullara bağlıdır. Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde, paranın reel değerini korumak kadar, doğru zamanlamayla yeniden pozisyon almak da önemlidir. Bu nedenle, maliyet sıfırlama stratejilerini “nihai kazanç” değil, “riskten korunma” aracı olarak görmek gerekir. Kârın bir kısmını kasaya almak akıllıcadır; ama kazancın tamamını enflasyona kaptırmamak için parayı da çalıştırmak gerekir. Borsada uzun vadeli başarı, sadece doğru hisseyi bulmakla değil, kazancı koruyacak doğru stratejiyi seçmekle mümkündür.










