Ekonomik göstergelerin inişe geçtiği, piyasalarda dalgalanmaların arttığı, tüketici güveninin kırıldığı dönemlerde, bir terim daha sık duyulmaya başlar: Konkordato. Birdenbire gündeme düşen, genellikle büyük şirketlerin adıyla anılan bu hukuki süreç, sadece bir firmanın içinde bulunduğu mali sıkıntının çaresi mi, yoksa çok daha büyük bir resmin, ekonomik krizin çarpıcı bir yansıması mı? Konkordato, ekonomik krizin aynası mıdır gerçekten?
Konkordato, esasında bir “iflas ertelemesi” veya “anlaşmalı iflas” olarak tanımlanabilir. Borçlarını ödemekte zorlanan, ancak faaliyetlerini sürdürme potansiyeli olduğuna inanan bir şirketin, alacaklılarıyla bir anlaşma yaparak borçlarını yeniden yapılandırması, ödeme planına bağlamasıdır. Amacı, şirketin batmasını önlemek, istihdamı korumak ve alacaklıların da daha fazlasını kaybetmesinin önüne geçmektir. Tek başına bakıldığında, sağlıklı işleyen bir piyasa ekonomisinde, bireysel şirketlerin karşılaşabileceği zorluklar için öngörülmüş makul bir hukuki çözüm yoludur.
Ancak, işte tam bu noktada, “krizin aynası” metaforu devreye giriyor. Konkordato ilan eden şirket sayısında ani ve belirgin bir artış gözlemlendiğinde, bu durum artık bireysel başarısızlıkların ötesinde, sistemik bir soruna işaret eder. Birkaç şirketin konkordato ilan etmesi piyasanın doğal döngüsünün parçası olabilirken, peş peşe gelen, farklı sektörlere yayılan, özellikle de büyük ve köklü firmaları kapsayan konkordato başvuruları, ekonomide derin bir sıkıntının alarm zilleridir.
Bu alarm zilleri neyi haber verir? Öncelikle, genel bir talep daralmasını. Tüketiciler harcamalarını kıstığında, şirketlerin satışları düşer. Bu düşüş, özellikle yüksek sabit maliyetli veya krediyle büyümüş şirketleri anında zora sokar. Konkordato taleplerindeki artış, piyasadaki bu soğumanın, alım gücünün erimesinin somut kanıtıdır. İkinci olarak, finansmana erişimdeki zorlukları yansıtır. Faizlerin yükselmesi, kredi kriterlerinin sıkılaşması, bankaların daha temkinli davranması, şirketlerin döner sermaye ihtiyacını karşılamasını veya vadesi gelen borçlarını yeniden finanse etmesini imkansız hale getirebilir. Konkordato, bu finansman sıkışıklığının kaçınılmaz sonucudur. Üçüncüsü, maliyet enflasyonunun yıkıcı etkisini gösterir. Enerji, hammadde, işçilik gibi temel girdi maliyetlerinde yaşanan kontrolsüz artışlar, şirketlerin kâr marjlarını eritir, fiyatlarını arttırmak satışları düşürür, arttırmamak ise zarara yol açar. Bu kıskaçta sıkışan şirketler için konkordato, son çare olabilir.
Türkiye ekonomisi özelinde son dönemlerde yaşananlar, konkordatonun krizin aynası olduğu tezini güçlendiriyor. Yüksek enflasyon, kur dalgalanmaları, faizlerdeki artış ve bunlara bağlı olarak gelişen talep daralması, birbiri ardına gelen konkordato haberlerinin arka planını oluşturuyor. Perakendeden inşaata, tekstilden gıdaya kadar geniş bir yelpazede firmaların bu yola başvurması, sıkıntının sektörel değil, genel ekonomik yapısal sorunlardan kaynaklandığının açık göstergesi. Büyük holdinglere bağlı şirketlerin bile konkordato talebinde bulunması, krizin derinliğini ve yaygınlığını daha da çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Peki, konkordato sadece bir sonucu mu gösterir, yoksa kendisi de krizi derinleştiren bir faktöre dönüşebilir mi? Maalesef ikincisi de mümkün. Bir şirketin konkordato ilan etmesi, onunla iş yapan diğer şirketleri (taşeronlarını, tedarikçilerini) doğrudan etkiler. Bu şirketler alacaklarını tahsil edemez veya yeni anlaşmalar yapamaz hale gelebilir. Bu da onların da mali sıkıntıya düşmesine, hatta zincirleme konkordato başvurularına yol açabilir. İstihdamda azalmalar, piyasada güven erozyonu ve yatırımların durması, konkordato dalgasının tetikleyebileceği ikincil kriz etkileridir.
Sonuç olarak, konkordato tek başına bir ekonomik kriz sebebi değildir. Sağlıklı zamanlarda da görülebilen bir hukuki araçtır. Ancak, sayılarında ve kapsamında yaşanan ani ve yaygın artış, ekonomideki sağlıksız gidişatın en net, en acımasız ve en görünür göstergelerinden biridir. Adeta ekonomik vücuttaki yüksek ateş gibi, altta yatan ciddi bir hastalığın (krizin) varlığını haber verir. Şirketlerin konkordato masasına oturmak zorunda kalması, genel ekonomik politikalardaki sorunların, enflasyonun, döviz kuru istikrarsızlığının, talep düşüşünün ve finansman sıkıntısının, nihayetinde reel sektörde yarattığı tahribatın somutlaşmış halidir. Bu aynaya bakmak, sadece iflas eğilimindeki şirketleri değil, tüm ekonomimizin içinden geçtiği zorlu sürecin gerçeklerini görmemizi sağlar. Konkordato dalgası, krizin sadece bir yansıması değil, aynı zamanda onun daha da derinleşmemesi için acil ve etkili ekonomik tedbirlerin alınması gerektiğine dair güçlü bir uyarıdır da. Bu uyarıyı dikkate almak, sadece şirketleri değil, ekonomiyi ve toplumu daha büyük sarsıntılardan korumanın ilk adımıdır.










