Kentsel Dönüşüm ve Gentrifikasyon Tuzağı: Sosyal Adalet mi, Sermaye Oyunu mu?

Kentsel dönüşüm, son yıllarda Türkiye’nin gündeminde sıkça yer bulan, deprem riskini azaltmak ve çürüyen kent dokusunu iyileştirmek gibi meşru hedefler taşıyan bir süreç. Ancak bu projeler, iyi niyetle başlasa da, zamanla “gentrifikasyon” denen sosyal bir tuzağa dönüşebiliyor. Peki, kentsel dönüşümle başlayan süreç neden ve nasıl toplumsal eşitsizliği derinleştiren bir mekanizmaya evriliyor?

Kentsel Dönüşüm: Fırsatlar ve Riskler

Kentsel dönüşüm, özünde yıpranmış altyapıyı onarmak, depreme dayanıksız binaları güçlendirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için hayata geçiriliyor. Özellikle İstanbul, İzmir ve Diyarbakır gibi tarihi kentlerde bu projeler, kaçınılmaz bir ihtiyaç. Ancak uygulamada, projelerin finansal boyutu ve müteahhitlerin kâr odaklı yaklaşımı, süreci bir “rant aracına” dönüştürebiliyor. Yıkılan gecekondu mahallelerinin yerine dikilen lüks rezidanslar, eski sakinlerin o bölgelerde yaşama hakkını elinden alıyor.

Gentrifikasyon: Sosyal Dokunun Yerinden Edilmesi

Gentrifikasyon, orta ve üst sınıfın, düşük gelirli grupların yaşadığı semtlere yerleşerek buraları “dönüştürmesi” anlamına geliyor. Bu süreçte, kiralar ve emlak fiyatları hızla artarken, yerel halk ekonomik baskı nedeniyle semti terk etmek zorunda kalıyor. Örneğin, İstanbul’da Sulukule’nin yıkılıp yerine lüks villaların inşa edilmesi veya Tarlabaşı’ndaki dönüşüm projesi, bu durumun tipik örnekleri. Bölge sakinleri, “daha güvenli ve modern” bir çevre vaadiyle başlayan süreçte, kendilerini kentin periferisinde yeni bir yoksulluk döngüsü içinde buluyor.

Neden Bu Bir Tuzak?

  1. Ekonomik Dışlama: Kentsel dönüşüm projeleri, çoğunlukla yüksek gelir gruplarını hedefleyen projelere dönüşüyor. Eski sakinler, yeni yapılan konutların fiyatlarını karşılayamadığı için mahalleden koparılıyor.
  2. Kültürel Erime: Semtin dokusunu oluşturan küçük esnaf, tarihi mekanlar ve sosyal ağlar yok oluyor. Örneğin, Kadıköy’deki Yeldeğirmeni’nde artan kafe ve butik mağazalar, bölgenin renkli kimliğini korumakta zorlanıyor.
  3. Siyasi ve Finansal Aktörlerin Rolü: Belediyelerin müteahhit firmalarla iş birliği, projeleri hızlandırırken toplumsal maliyeti göz ardı edebiliyor. Halkın katılımıyla hazırlanmayan planlar, demokratik olmaktan uzaklaşıyor.

Dünyadan Dersler: Berlin ve Barcelona Örnekleri

Gentrifikasyon, Türkiye’ye özgü değil; küresel bir sorun. Berlin’deki Kreuzberg semti, yerel halkın direnişi sayesinde kültürel dokusunu kısmen koruyabildi. Barcelona ise “turizm karşıtı” politikalarıyla kiraları düzenleyerek sosyal konut sayısını artırdı. Bu örnekler, kentsel dönüşümün halk odaklı yapılabileceğini gösteriyor.

Çözüm Önerileri: Adil ve Katılımcı Bir Model Mümkün mü?

  • Yerel Halkın Karar Sürecine Dahil Edilmesi: Mahalle dernekleri ve sakinlerle iş birliği yapılarak projeler tasarlanmalı.
  • Sosyal Konut Garantisi: Dönüşüm bölgelerinde düşük gelirli aileler için uygun fiyatlı konutlar ayrılmalı.
  • Kültürel Mirasın Korunması: Tarihi yapılar ve esnaf, kentin hafızasını silmeyecek şekilde projelere entegre edilmeli.
  • Spekülatif Artışların Vergilendirilmesi: Emlak fiyatlarındaki ani yükselişler, kamu yararına vergilerle kontrol altına alınmalı.

Sonuç: Kentler Kimin İçin?

Kentsel dönüşüm, yalnızca beton ve çelikten ibaret değil; insanların hayatları, anıları ve aidiyetleriyle şekillen bir süreç. Projeler, yalnızca müteahhitlerin değil, mahallenin çocuklarının da geleceğini düşünerek tasarlanmalı. Aksi takdirde, “modern kentler” inşa ederken toplumsal adaleti yok etme riskiyle karşı karşıya kalırız. Unutmayalım: Bir semtin ruhu, sokaklarında yaşayan insanlardır. Onları kaybetmek, kenti bir beton yığınına dönüştürmekten farksız.