Ekonomik güç, tarih boyunca ülkelerin jeopolitik etkisini, refah düzeyini ve bağımsızlığını belirleyen temel unsurlardan biri oldu. Ancak sanayi devriminden dijital çağa geçişle birlikte, bu gücün kaynağı da değişti: Artık petrol yatakları veya ucuz işgücü değil, teknoloji üretme kapasitesi belirleyici hale geldi. Peki, bir ülke kendi teknolojisini üretmeden ekonomik anlamda gerçekten güçlü olabilir mi? Bu soruya yanıt ararken, küresel örnekler ışığında bir analiz yapmak ve teknolojinin modern ekonomi politikalarındaki rolünü anlamak gerekiyor.
Tarihten Dersler: Teknoloji, Refahın Yeni Dinamikleri
21’nci yüzyılda doğal kaynaklar veya tarım ekonomileriyle zenginleşen ülkeler, 21. yüzyılda yerini teknoloji devlerine bıraktı. Örneğin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol zengini ülkeler, yüksek GSYİH’ye rağmen ekonomik çeşitlilikten yoksun oldukları için küresel krizlere karşı kırılgan kaldı. Buna karşılık, Güney Kore ve Tayvan gibi teknoloji odaklı ekonomiler, yarı iletken ve yazılım sektörlerinde elde ettikleri küresel liderlikle hem istikrarlı büyümeyi hem de stratejik özerkliği sağladı.
Özellikle Çin’in son 30 yıldaki yükselişi, bu konuda çarpıcı bir örnek: Başlangıçta “ucuz işgücü” ile dünya fabrikası haline gelen Çin, sonrasında Huawei, Tencent ve BYD gibi şirketlerle teknoloji üretimine yatırım yaparak ABD ile küresel rekabete girdi. Bugün Çin’in GSYİH’sinin %30’u yüksek teknoloji sektörlerinden geliyor. Bu durum, bir ekonominin ancak katma değerli üretimle küresel sistemde söz sahibi olabileceğini gösteriyor.
Bağımlılık Tuzağı: Teknoloji İthalatının Riskleri
Teknoloji üretmeyen ülkeler, genellikle “ithal ikameci” modellerle kısa vadeli çözümlere yönelir. Ancak bu model, uzun vadede üç kritik riski beraberinde getirir:
- Dışa Bağımlılık: Kritik teknolojileri ithal eden ülkeler, tedarik zincirindeki en ufak bir aksaklıkta (örneğin pandemi veya jeopolitik gerilimler) üretimini durdurmak zorunda kalır. 2020’de yaşanan çip krizi, otomotivden beyaz eşyaya kadar pek çok sektörü felç etmişti.
- Katma Değer Kaybı: Teknolojiyi satın alan ülkeler, ürünlerin AR-GE ve tasarım aşamasındaki yüksek kârlılıktan pay alamaz. Örneğin, bir akıllı telefonun maliyetinin %60’ı yazılım ve işlemciye giderken, montaj aşaması toplam değerin yalnızca %3’ünü oluşturur.
- Jeopolitik Kırılganlık: Teknolojiyi kontrol eden ülkeler, bu gücü siyasi bir araç olarak kullanabilir. ABD’nin Huawei’e yönelik yaptırımları veya Hollanda’nın ASML şirketi aracılığıyla yarı iletken makine ihracatını kısıtlaması, teknolojik bağımlılığın ne denli riskli olabileceğini gösterdi.
Katma Değer Ekonomisi: Teknoloji Üretmek Neden Şart?
Dünya Bankası verilerine göre, yüksek teknoloji ihracatı yapan ülkelerin kişi başına düşen geliri, diğerlerine göre ortalama 4 kat daha fazla. Bunun nedeni, teknoloji üretiminin beraberinde getirdiği “ekosistem etkisi”: Bir çip fabrikası kurmak, yalnızca o sektörde değil, malzeme biliminden yazılım mühendisliğine kadar yan sektörlerde de istihdam ve yenilikçilik yaratır. Ayrıca teknoloji üreten ülkeler, uluslararası standartları belirleme (örneğin 5G protokolleri veya yapay zeka etik kuralları) gücüne de sahip olur. Bu da küresel ticaret ve diplomaside söz hakkı demek.
Stratejik Özerklik: Güvenlik ve Ekonomi İçin Teknoloji
Ekonomik güç, artık yalnızca “para” ile ölçülmüyor. Savunma sanayisinden sağlık sistemlerine kadar her alanda kullanılan teknolojiler, ülkelerin egemenliğinin temelini oluşturuyor. Örneğin, Türkiye’nin insansız hava araçları (İHA) geliştirmesi, yalnızca askeri bir başarı değil, aynı zamanda yazılım, savunma sanayii ve dış politikada pazarlık gücü anlamına geliyor. Benzer şekilde, Rusya’nın Sputnik V aşısını üretmesi, pandemi döneminde “soft power”ını artırmıştı. Teknoloji üretemeyen ülkeler ise bu alanlarda dışa bağımlı kalmaya mahkûm.
Sonuç: Geleceğin Ekonomisi İçin “Yerli Teknoloji” Şart
Kendi teknolojisini üretmeden ekonomik güç elde etmek, kısa vadeli büyüme sağlasa da sürdürülebilir değil. Özellikle yapay zeka, kuantum hesaplama ve yeşil enerji gibi alanlarda yaşanan devrim, geleceğin ekonomisini şekillendiriyor. Bu yarışta geride kalan ülkeler, yalnızca “tüketici” konumuna düşmekle kalmayacak, aynı zamanda küresel karar mekanizmalarında da etkisizleşecek.
Ancak teknoloji üretmek, salt devlet politikalarıyla değil; özel sektör, üniversiteler ve AR-GE kültürünün iş birliğiyle mümkün. Eğitim sisteminden başlayarak, insan kaynağını nitelikli hale getirmek, girişimcilik ekosistemini desteklemek ve uzun vadeli stratejik planlarla hareket etmek gerekiyor. Unutmamalıyız: Ekonomik bağımsızlık, teknolojik özgürlükten geçer.










