Gösterilen Değil, Üretilen Kıymetlidir: Dijital Çağda Ekonomi, Ahlak ve Algoritmik Çöküş

Ekonomiyi yıllardır yalnızca rakamlarla okuyoruz. Enflasyon yüzde kaç, büyüme oranı ne, döviz kuru nerede? Oysa yüksek enflasyonun, dar gelirlinin mutfağı dışında bıraktığı daha büyük bir alan var: Etik zemin, çalışma kültürü ve toplumsal denge. Enflasyon zamanla dizginlenebilir; sıkı para politikası, yapısal reformlar, dış kaynak derken makro göstergeler bir noktada toparlanır. Ama yitirilen ahlak kolay geri dönmez. Çünkü para yeniden basılır; güven, etik ve değer üretimi ise nesiller boyu yeniden inşa edilir. İşte kalıcı tahribatın asıl yaşandığı yer tam da burası.

Üstelik bu çöküşü hızlandıran çok daha modern bir felaket var: dijital görünürlük. Artık zenginliğin kendisi değil, gösterilmesi değerli. Sosyal medya yeni bir ekonomik vitrin olarak tüm düzenin önüne geçmiş durumda. Gösterilmeyen üretim görünmez addediliyor; görünmez olan da değersiz. O yüzden dijital platformlarda sürekli izlenme ve paylaşılma yarışı var. Bu yarışı kazanan ise genelde gerçekten üreten değil, algoritmanın prim verdiği sahte başarı hikayeleri oluyor.

Kazancı sorgulanamayan, kaynağı belirsiz ama her yerde gözümüze sokulan bir “lüks” ekonomisi hüküm sürüyor. Adı konmamış bir algoritmik gösteriş dönemi bu. Sosyal medyada karşımıza çıkan ultra lüks hayatlar yalnızca gelir adaletsizliğini görünür kılmıyor, aynı zamanda güven sistemini de kemiriyor. Çünkü kazancın kaynağı çoğu zaman kayıt dışı; ama sergilenen sınırsız. Sistemin özü şöyle: “Sistemin içindeyim ama kazancım sistem dışından.” Böyle bir denklem, dijital arka sokak ekonomisinin tarifidir. Giriş kolay, denetim zayıf, ahlak ise tamamen keyfi.

Bu noktada en büyük sorunlardan biri algoritmaların sahte başarıyı ödüllendirmesi. Çünkü algoritmalar içeriğin içeriğine değil, aldığı etkileşime bakıyor. İlgi madenciliği, bu çağın yeni para basma biçimi. Ne söylediğin, ne kadar doğru söylediğin önemli değil; kaç kişinin tıkladığı, kaç kişinin izlediği önemli. Böyle bir sistemde manipülasyon da doğal olarak kazandırıyor. “Kimin sesi çok çıkarsa, o haklıdır” mantığı dijital ekonominin temel motoruna dönüşmüş durumda.

Peki ne yapmak gerek?
Her şeyden önce görünürlük ile güvenilirliği birbirine karıştırmamak. Yüksek erişim, yüksek doğruluk anlamına gelmez. Sadece çok izlendi diye bir şeye inanmak, uzun vadede toplumsal aklı çürütür. Ardından dijital denetimi yalnızca içerik politikalarıyla değil, kazanç modelleri üzerinden de tasarlamak gerek. Kimin nasıl para kazandığını şeffaflaştırmak, yalnızca kullanıcıyı değil, tüm sistemi daha ahlaki hale getirir. Son olarak toplumsal ilgiyi eğitmek… Çünkü bu çarpık sistem yalnızca algoritmalarla değil, o algoritmaları besleyen kör ilgiyle ayakta duruyor. Bu ilgi çekilince, dijital rant da söner.

Belki de en acı gerçekle burada yüzleşiyoruz: Eskiden “çalışarak zenginleşmek” erdemdi, şimdi “izlenerek zenginleşmek” makbul. Oysa izlenme, üretim değildir. Ekrana düşen görüntü, değer yaratmaz. Gerçek üretimin yerini dijital rant işgal ederse, kayaya toslamak kaçınılmaz olur. Çünkü algoritmalar toplumları geçici olarak eğlendirir, kalıcı refah ise ancak gerçek üretimle sağlanır.

Zenginlik, artık ne yazık ki görünürlükle ölçülüyor. Oysa zenginliğin esas ölçüsü her zaman güvenilirlik, üretkenlik ve kalıcı değer yaratmak olmalı. YZ çağında ahlakı kodlamadan ne ekonomik düzen kurulur ne toplumsal huzur sağlanır. Gösterilenin değil, üretilenin kıymetli olduğunu yeniden hatırlamadığımız sürece, bu dijital sahne dekoru altındaki büyük çöküş daha uzun süre sahnede kalacak. Bunun faturası yalnız cüzdanımıza değil, vicdanımıza da çıkacak.