Damping, uluslararası ticaretin en tartışmalı uygulamalarından biridir. Bir ülkenin, belirli bir malı iç piyasasındaki fiyatının altında ya da maliyetin altına satarak dış pazarlara ihraç etmesi olarak tanımlanabilecek bu uygulama, kısa vadede tüketicilere düşük fiyat avantajı sunsa da uzun vadede ciddi ekonomik ve yapısal sorunlara yol açabilir. Gelişmekte olan ülkeler açısından damping, yerli sanayilerin rekabet gücünü zayıflatan, istihdamı tehdit eden ve ekonomik bağımlılığı artıran bir unsur olarak karşımıza çıkar. Türkiye, bu etkinin açıkça gözlemlenebildiği ülkelerden biridir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sanayi üretimi, genellikle yerli girişimcilerin çabaları, devlet destekleri ve sınırlı teknoloji yatırımlarıyla şekillenmektedir. Bu yapılar, gelişmiş ülke firmalarının sağladığı ölçek ekonomileri, ileri teknoloji, markalaşma gücü ve finansman erişimiyle rekabet etmekte zorlanır. Bu nedenle dampingli ürünlerin ithalatı, yerli üreticiler için büyük bir tehdit oluşturur. Özellikle Çin başta olmak üzere bazı Asya ülkelerinden gelen düşük fiyatlı ürünler, Türkiye’de pek çok sektörde fiyat baskısına neden olmuş, bazı alanlarda üretimin durmasına ya da ithalata bağımlılığın artmasına yol açmıştır.
Rekabetin bozulduğu en dikkat çekici örneklerden biri tekstil ve hazır giyim sektörüdür. Türkiye, uzun yıllar boyunca bu alanda önemli bir üretim üssü olmuştur. Ancak dampingli ürünlerin özellikle Uzak Doğu’dan büyük miktarlarda iç pazara girmesiyle birlikte, birçok küçük ve orta ölçekli işletme fiyat rekabetine dayanamayarak kapanmak zorunda kalmıştır. Benzer şekilde çelik, seramik, ayakkabı ve oyuncak gibi sektörlerde de damping etkisi ciddi biçimde hissedilmiştir. Bu durum sadece firmaları değil, dolaylı olarak yüzbinlerce çalışanın istihdamını da etkilemiştir.
Dampingin rekabet üzerindeki etkisi yalnızca fiyat düzeyinde değil, aynı zamanda piyasa yapısında da kendini gösterir. Yerli üreticiler piyasadan çekildikçe, piyasadaki oyuncu sayısı azalır ve ithalata dayalı bir pazar yapısı oluşur. Bu da uzun vadede tüketicinin aleyhine işler, çünkü ithalatçı firmalar damping sonrası tekelleşmeye gidebilir ve fiyatlar yükselir. Dolayısıyla başlangıçta sağlanan ucuz ürün avantajı, ilerleyen süreçte maliyet artışlarına ve ürün çeşitliliğinde azalmaya yol açabilir.
Türkiye bu konuda zaman içinde çeşitli önlemler almıştır. Ticaret Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren İthalat Genel Müdürlüğü, damping soruşturmaları açmakta, geçici önlemler uygulamakta ve kesin önlemlerle dampingli ürünlere karşı yerli sanayiyi korumaya çalışmaktadır. Ancak bu tür önlemler hem zaman almakta hem de dış ticaret ilişkileri açısından hassas dengeler içermektedir. Ayrıca, damping önlemleri tek başına yeterli değildir. Yerli üreticilerin rekabet gücünün artırılması, teknoloji yatırımları, verimlilik artışı ve markalaşma gibi destekleyici politikaların da eş zamanlı olarak yürütülmesi gerekir.
Dampingin gelişmekte olan ülkelerde rekabet üzerindeki etkisi, aslında bu ülkelerin ekonomik bağımsızlık mücadelesinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Türkiye özelinde bu mücadele, sadece ithalat politikalarıyla değil, aynı zamanda üretim altyapısının güçlendirilmesiyle anlam kazanabilir. Aksi halde ucuz ürün furyası, sadece bugünün tüketicisine değil, yarının üreticisine de zarar verecektir. Bu nedenle dampingle mücadele, sadece ticari değil, aynı zamanda stratejik bir konu olarak ele alınmalıdır.