Küresel ekonomi son yıllarda üst üste gelen krizlerle şekillenirken, para politikaları da bu değişimlerin merkezinde yer alıyor. ABD Merkez Bankası (Fed) ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) gibi iki farklı ölçek ve misyonla hareket eden merkez bankaları, ortak bazı sorunlarla karşı karşıya. Enflasyonla mücadele, finansal istikrarın korunması, büyüme hedefleriyle fiyat istikrarı arasındaki denge gibi zorluklar her iki kurum için de temel gündem maddeleri arasında. Ancak uygulanan politikalar, ekonomik yapıların farklılığı nedeniyle değişkenlik gösteriyor. Bu yazıda hem Fed’in hem de TCMB’nin karşı karşıya olduğu temel problemleri ve olası çözüm yollarını değerlendiriyoruz.
Fed’in öncelikli problemi yüksek enflasyonla mücadelede faiz politikasının etkisinin azalmasıdır. Pandemi sonrası genişleyici maliye politikaları, arz kısıtları ve Ukrayna savaşı gibi faktörlerin birleşimiyle ABD’de enflasyon yıllar sonra ilk kez çift haneye yaklaşmıştı. Fed agresif faiz artışlarıyla bu süreci yönetmeye çalıştı. Ancak iş gücü piyasasında süregelen sıkılık ve tüketim talebinin halen güçlü seyretmesi, faiz artışlarının etkisini sınırladı. Bu durum, para politikasının etkinliği üzerine yeni tartışmaları gündeme getirdi. Ayrıca Fed’in hızlı sıkılaştırma süreci, başta gelişmekte olan ekonomiler olmak üzere küresel finansal piyasalarda dalgalanmalara yol açtı. ABD içindeki borçlanma maliyetinin artması ise konut ve tüketici kredisi piyasalarında daralma yarattı.
Fed için bir diğer temel sorun ise “yumuşak iniş” hedefine ulaşma çabasıdır. Enflasyonu düşürürken resesyona girmemek, merkez bankacılığında en hassas dengeyi gerektirir. Fed’in faiz artırımlarına ara verme veya geri çekme sürecini yönetme biçimi bu anlamda kritik bir öneme sahip. Bu bağlamda para politikasını tamamlayıcı yapısal reformların hız kazanması ve özellikle enerji, konut arzı, iş gücü eğitimi gibi alanlarda arz yönlü destekleyici politikaların devreye girmesi gerekiyor.
TCMB cephesinde ise sorunlar daha katmanlı ve siyasi etkilerle iç içe geçmiş durumda. Türkiye’de uzun yıllar düşük faiz politikasıyla sürdürülen ekonomi modeli, enflasyonun kronikleşmesine ve döviz rezervlerinin erimesine yol açtı. Kur şokları, ithalata bağımlı üretim yapısı ve ücretlerin reel olarak gerilemesi, hem fiyat hem de sosyal istikrarı tehdit eder hale geldi. TCMB’nin bağımsızlığı konusundaki tartışmalar, piyasaların merkez bankasına olan güvenini zayıflattı. Bu da politika faizinin enflasyon beklentileri üzerinde etkili olmasını engelledi.
TCMB’nin temel problemi, hem enflasyonu kontrol altına alıp hem de büyümeyi koruma çabası içinde, araç bağımsızlığını sınırlayan bir siyasi baskı ile karşı karşıya olmasıdır. Bu durum, para politikasının öngörülebilirliğini ve kredibilitesini zedeledi. Ayrıca Türkiye gibi dış finansmana yüksek derecede bağımlı bir ekonomide kur istikrarı, sadece ekonomik değil aynı zamanda psikolojik bir unsur haline geldi. Bu nedenle TCMB’nin rezerv pozisyonu, swap bağımlılığı ve kur korumalı mevduat gibi geçici çözümlerle yürütülen döviz politikaları sürdürülebilir değil.
Çözüm yolları, her iki merkez bankasında da para politikasının ötesine geçen yapısal dönüşümlerle mümkün. Fed açısından arz tarafının güçlendirilmesi, enerji bağımsızlığının artırılması, iş gücü uyumunun sağlanması ve finansal sistemdeki risklerin dikkatli yönetilmesi önem arz ediyor. TCMB içinse en kritik adım, kurumsal bağımsızlığın yeniden tesisi ve piyasa aktörlerinin güvenini kazanacak şeffaf ve öngörülebilir bir para politikası çerçevesi oluşturulmasıdır. Aynı zamanda maliye politikasıyla güçlü bir koordinasyon ve reform süreci gerekir. Vergi adaletinden eğitim reformuna, cari açıkla mücadeleden tarım ve sanayi politikalarına kadar geniş yelpazede atılacak adımlar, para politikasının etkisini destekleyecektir.
Sonuç olarak hem Fed’in hem de TCMB’nin karşı karşıya olduğu sorunlar, para politikalarının klasik çerçevesinin artık yetersiz kaldığını ortaya koyuyor. Yeni dönemde merkez bankacılığı, sadece faiz oranlarıyla değil; kurumsal güven, veri temelli yönetim, siyasi bağımsızlık ve yapısal dönüşümle anlam kazanacak. Aksi halde alınan kararlar, ekonomide geçici rahatlamalar sağlasa da uzun vadeli istikrarı temin etmekte yetersiz kalacaktır.