Euro’da Yükseliş Rüzgarları ve Sıcak Paranın Türkiye’deki İkilemi

Son dönemde döviz piyasalarına baktığımızda, Euro’nun diğer para birimleri karşısında, özellikle de ABD Dolarına karşı, belirgin bir güçlenme eğilimi içinde olduğu göze çarpıyor. Bu yükselişin arkasında tek bir sebep yok; bir dizi ekonomik ve jeopolitik faktörün birleşik etkisi söz konusu. En başta, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) enflasyonla mücadeledeki kararlı duruşu geliyor. Fed (ABD Merkez Bankası) faiz artırımında bir duraklama veya yavaşlama sinyali verirken, ECB’nin halen daha agresif bir politika izleme ihtimali piyasalar tarafından değerlendiriliyor. Bu da Euro’nun getirisini göreceli olarak daha cazip hale getiriyor. İkinci önemli etken, Avrupa ekonomisinin, özellikle enerji krizi sonrasında beklenenden daha dirençli bir performans sergilemesi. Öngörülen derin resesyon gerçekleşmedi, enflasyon bazı ülkelerde kontrol altına alınmaya başlandı. Bu ekonomik güç algısı Euro’ya olan güveni artırıyor. Üçüncü olarak, küresel risk iştahındaki dalgalanmalar Euro’yu bir “güvenli liman” olarak öne çıkarabiliyor. Bazı dönemlerde ABD Doları kadar güçlü olmasa da, özellikle ABD’ye özgü politik veya ekonomik belirsizliklerde Euro’ya yönelim artabiliyor. Son olarak, ABD’de faiz artırım döngüsünün sonuna yaklaşıldığı beklentisi Doları zayıflatırken, Euro’nun bu ortamdan güçlenerek çıkmasını sağlıyor. Tüm bu faktörler, Euro’nun değer kazanmasına yol açan rüzgarları oluşturuyor.

Peki, bu Euro yükselişinin ve genel olarak küresel para politikalarındaki bu gelişmelerin Türkiye için ne gibi bir yansıması var? İşte bu noktada karşımıza “sıcak para” kavramı çıkıyor. Sıcak para, kısaca, ülkeye kısa vadeli kazanç (faiz farkı veya döviz kuru beklentisi) amacıyla giren ve çıkması da bir o kadar hızlı olabilen uluslararası spekülatif sermaye anlamına geliyor. Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalarda, yerel faiz oranlarının küresel faiz oranlarına göre yüksek olduğu dönemlerde, bu sıcak paranın akışı belirgin şekilde artıyor. Yüksek faiz, yabancı yatırımcı için cazip bir getiri vaat ediyor. Ancak bu paranın karakteri gereği, en ufak bir risk algısı değişikliğinde (küresel piyasalarda dalgalanma, ülke içinde siyasi veya ekonomik gerilim, beklenmedik bir merkez bankası kararı) bu fonlar ülkeyi hızla terk edebiliyor. Bu durum, sıcak paranın gelişmekte olan ekonomiler için çift taraflı bir kılıç olduğunu gösteriyor.

Türkiye ekonomisi, sıcak paranın bu ikircikli etkilerini yoğun şekilde tecrübe ediyor. Bir yandan, sıcak para girişinin olumlu etkileri var. Bu fonlar döviz bolluğu yaratarak, TL’nin değer kaybını geçici olarak yavaşlatabiliyor, hatta TL’de bir güçlenmeye bile yol açabiliyor. Bu, ithalat maliyetlerini düşürerek enflasyon üzerinde kısa vadeli bir rahatlama sağlayabiliyor. Ayrıca, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerinin artmasına katkıda bulunuyor ve piyasalarda bir istikrar algısı oluşturarak genel ekonomik güveni destekleyebiliyor. Ancak, bu olumlu görüntünün arkasında ciddi riskler yatıyor. En önemlisi, bu sermaye akışının kalıcı olmaması. Giriş ne kadar hızlıysa, çıkış da o kadar ani ve sert olabiliyor. Sıcak paranın ani çıkışı, döviz kurunda şiddetli bir yükseliş dalgasına yol açarak enflasyonu körükleyebiliyor ve finansal piyasalarda belirsizliği ve volatiliteyi artırabiliyor. Türkiye ekonomisinin kronik sorunları olan cari açık ve dış borç yükü, sıcak paranın bu oynak yapısı karşısında daha da kırılgan hale geliyor. Ekonomi, bu kısa vadeli sermayeye bağımlılık arttıkça, dış şoklara karşı daha savunmasız kalıyor. Üstelik, sıcak paranın yarattığı bu geçici döviz bolluğu ve TL’deki suni güçlenme, ihracatçıların rekabet gücünü zedeleyerek ekonomideki yapısal dönüşümün önünde bir engel teşkil edebiliyor.

Sonuç olarak, Euro’daki yükseliş küresel dinamiklerin bir sonucu ve bu durum gelişmekte olan piyasalara sıcak para akışı için bir zemin hazırlayabiliyor. Türkiye, yüksek faiz ortamı nedeniyle bu akıştan payını alıyor. Ancak, bu durum bir fırsattan çok, dikkatle yönetilmesi gereken bir risk alanı. Sıcak para, kısa vadeli rahatlamalar sağlasa da, ekonomiyi dışa bağımlı ve kırılgan kılıyor. Gerçek ve sürdürülebilir istikrar, sıcak paraya bel bağlamak yerine; tasarrufları artırmaya, yatırım ortamını iyileştirmeye, üretimi ve ihracatı güçlendirmeye, enflasyonla kalıcı şekilde mücadele ederek makroekonomik güveni tesis etmeye ve en önemlisi yapısal reformları kararlılıkla uygulamaya dayanıyor. Euro’daki yükseliş dalgası ve beraberindeki sıcak para akımları geçici rüzgarlardır. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, bu rüzgarlara kapılmadan, kendi ekonomik temellerini sağlamlaştıracak kalıcı dümen suyudur. Kısa vadeli sermayenin cazibesine kapılmak, uzun vadede daha derin dalgalarla boğuşmak anlamına gelebilir.