Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın canlı yayında yaptığı değerlendirmeler, Türkiye ekonomisinin temel meselesi olan enflasyonla mücadelenin hem teknik hem de psikolojik boyutlarını bütünlüklü biçimde ortaya koyuyor. Karahan’ın sözleri, Merkez Bankası’nın yalnızca rakamlarla değil, beklentilerle ve algılarla da mücadele ettiğini açıkça gösteriyor. Hedef net: Enflasyonu önce kontrol altına almak, ardından tek haneli seviyelere indirmek ve uzun vadede yüzde 5’te istikrar sağlamak.
Son dönemde en çok dikkat çeken başlıklardan biri rezervlerdeki güçlü iyileşme. Eksi 60 milyar dolara kadar gerilemiş bir rezerv seviyesinden, brüt rezervlerde 80 milyar dolar, net rezervlerde ise yaklaşık 120 milyar dolarlık bir toparlanmadan söz ediliyor. Bu tablo sadece Merkez Bankası’nın bilançosu açısından değil, ekonomi yönetimine duyulan güven açısından da kritik. Türk lirasına olan güven arttıkça vatandaşın döviz bozdurması ve sistem içine dönmesi, rezerv birikimini destekleyen en önemli unsurlardan biri olarak öne çıkıyor.
Karahan’ın altını çizdiği bir diğer nokta, enflasyonun “yapışkan” bir sorun olduğu gerçeği. Uzun süre yüksek kalan enflasyon, tıpkı kronik bir hastalık gibi tedaviyi zorlaştırıyor. Bu nedenle Merkez Bankası’nın yaklaşımı, önce enflasyonu sabitlemek, ardından dengeli ve sürdürülebilir bir düşüş trendi oluşturmak üzerine kurulu. Yüzde 75 seviyesinde kontrol altına alma hedefi, bu stratejinin ilk adımı olarak okunmalı. Talep koşullarının dezenflasyonla uyumlu seyretmesi ise para politikasının manevra alanını güçlendiren bir unsur.
Eylül ayında beklentilerin üzerinde gelen enflasyon verisi, kamuoyunda soru işaretleri yaratmıştı. Ancak detaylara bakıldığında sapmanın büyük ölçüde gıda fiyatlarından kaynaklandığı görülüyor. Kuraklık ve zirai don gibi arz yönlü şoklar, para politikasının doğrudan etki alanı dışında kalan ancak enflasyon algısını hızla bozan faktörler arasında yer alıyor. Nitekim ekim ayında enflasyonun beklentilerin altında gerçekleşmesi, Kasım ayına ilişkin daha temkinli bir iyimserliği beraberinde getirdi.
Dezenflasyon sürecinin devam ettiğine dair en somut göstergelerden biri, dayanıklı tüketim mallarındaki fiyat artış hızının yavaşlaması. İki yıl önce çok sert artışların yaşandığı bu kalemde ivmenin düşmesi, tüketim malları ithalatındaki gerileme ve hizmet sektöründeki yatay seyir, kısa ve orta vadede fiyat baskılarının azaldığına işaret ediyor. Buna rağmen vatandaşın hissettiği enflasyonun yüksek kalması, ölçülen enflasyon ile algı arasındaki farkın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Gıda ve kira gibi kalemler, hanehalkının günlük hayatında en sık karşılaştığı harcamalar olduğu için enflasyon algısını orantısız biçimde etkiliyor. Kiraların ve eğitim giderlerinin geçmiş enflasyona endeksli fiyatlanması, genel enflasyon düşse bile bu kalemlerdeki artışların bir süre daha yüksek seyretmesine neden oluyor. Bu durum, dezenflasyon sürecini yavaşlatan ama geçici olan bir etki olarak değerlendiriliyor.
Karahan’ın faiz politikasına ilişkin vurguları ise piyasada sıkça dile getirilen bazı ezberlere net bir itiraz niteliğinde. Politika faizinin düşmesinin otomatik olarak piyasa faizlerini de düşüreceği varsayımı, beklentilerin bozulduğu dönemlerde geçerliliğini yitiriyor. Bankalar, uzun vadeli fiyatlamalarında enflasyon beklentilerini esas alıyor. Eğer bu beklentiler yüksekse, politika faizi düşse bile kredi ve mevduat faizleri düşmeyebiliyor, hatta yükselebiliyor. Dolayısıyla faiz kararlarının etkinliği, enflasyon beklentilerindeki iyileşmeye doğrudan bağlı.
Ekonominin doğa bilimlerinden farkı da tam bu noktada ortaya çıkıyor. Beklentiler bozulduğunda, bireylerin ve firmaların davranışları enflasyonu besleyen bir döngü yaratabiliyor. Vatandaşın “nasıl olsa fiyatlar artacak” düşüncesiyle erkenden harcama yapması, satıcının ve ev sahibinin geleceği fiyatlara yansıtması, enflasyonu kendi kendini besleyen bir sürece dönüştürüyor. Bu yüzden Merkez Bankası’nın mücadelesi sadece faiz ve likiditeyle sınırlı değil; güven ve öngörülebilirlik inşası da bu mücadelenin ayrılmaz bir parçası.
Hanehalkı beklentilerinin hâlâ yüksek seyretmesi, bugünden yarına çözülecek bir sorun değil. Ancak geçmiş deneyimler, enflasyon kalıcı biçimde düştüğünde beklentilerin de gecikmeli olarak uyum sağladığını gösteriyor. Tek haneli enflasyon hedefi, bu nedenle sadece bir rakam değil; ekonomik davranışların normalleşmesi için de kritik bir eşik. Karahan’ın mesajı net: Sabırlı, kararlı ve veri odaklı bir politikayla yüzde 5’lik enflasyon hedefi ulaşılması mümkün bir çıpa olarak masada duruyor.









