Eylül ayında açıklanan enflasyon verileri, Türkiye’nin ekonomi gündeminde önemli bir dönüm noktasına işaret etti. TÜİK’e göre enflasyon aylık yüzde 3,23, yıllık yüzde 33,29 olarak gerçekleşti. Bu oran, Mayıs 2024’ten itibaren süren düşüş trendinin sona erdiğini gösterirken, Merkez Bankası’nın yıl sonu hedefi olan yüzde 24’ün de şimdiden aşılması anlamına geliyor. Faiz artışları yoluyla talep baskısını azaltmaya çalışan para politikası, fiyat artışlarının yeniden ivme kazanması karşısında sınırlı kalmış görünüyor. Bu tablo, kamuoyunda “acaba para politikası tek başına yeterli mi?” sorusunu yeniden gündeme taşıdı.
Gıda fiyatlarındaki artışlar, rekabet ortamının piyasa yapıları üzerindeki etkisini de daha görünür hale getirdi. Rekabet Kurumu’nun beyaz et sektörüne yönelik 3,7 milyar TL’lik cezası, yumurta, hızlı tüketim ürünleri ve perakende alanlarındaki soruşturmalar ve çiğ süt piyasasına ilişkin incelemeler, kurumun fiyat oluşumuna etki eden davranışlara daha hassas yaklaştığını gösteriyor. Ancak rekabet otoritelerinin görevi fiyat belirlemek değil, fiyatın rekabetçi koşullarda oluşabileceği bir piyasa ortamını sağlamak. Fiyat denetim kurumları değiller; amaçları, pazar yapısını kartellerden, tekelci davranışlardan ve giriş engellerinden arındırmak. Çünkü enflasyon yalnızca talep fazlasından değil, rekabet eksikliğinden ve piyasa yoğunlaşmasından da besleniyor.
Türkiye’de Rekabet Kurumu’nun verileri bu açıdan çarpıcı. 2024 yılında 166 karar alınmış, bunların 139’u soruşturma raporlarıyla sonuçlanmış durumda. Kararların 148’i Kanun’un 4. maddesi kapsamında, yani rakipler arası rekabeti sınırlayan anlaşmalarla ilgili. 2020 yılında 65 olan soruşturma sayısının dört yılda iki buçuk katına çıkması, rekabet politikasının ekonomi gündeminde giderek daha merkezi bir yer edindiğini ortaya koyuyor. Toplam para cezaları 2024’te 5,9 milyar TL’ye ulaşmış durumda ve bu tutarın büyük kısmına daha yılın ilk yarısında ulaşılmış. Özellikle bilişim, gıda, inşaat ve işgücü piyasaları verilen para cezalarının yüzde 91’ini oluşturuyor. Bu sektörlerin ortak özelliği ise enflasyona en çok katkı yapan alanlar olmaları.
Bu tablo yalnızca Türkiye’ye özgü değil. Son üç yılda dünya genelinde enflasyon tartışmaları para ve maliye politikalarının sınırlarını aşarak piyasa yapısına odaklandı. CPI Antitrust Chronicle’da ekonomist Barak Orbach’ın kavramsallaştırdığı “enflasyon amplifikatörleri”, fiyat artışlarını kalıcı hale getiren koşulları tanımlıyor. Orbach’a göre arz şokları veya talep artışları kaçınılmaz olabilir; fakat bunların fiyatlama davranışlarında kalıcı bir etki yaratması, piyasalardaki rekabet eksiklikleriyle doğrudan bağlantılı. Rekabetin zayıf olduğu, bilgi asimetrisinin yüksek olduğu sektörlerde firmalar maliyet artışlarını bahane ederek maliyet ötesi kâr marjı yaratabiliyor. Bu durum, enflasyonun sadece tetikleyici nedenlerle değil, piyasa yapısının kendisi nedeniyle kalıcı hale gelmesine yol açıyor.
OECD, İngiltere Rekabet Otoritesi ve İspanya Rekabet Kurumu’nun son dönemdeki raporları da bu yaklaşımı destekliyor. Bu kurumlar, rekabetin uzun vadede düşük ve istikrarlı fiyatlar için en önemli yapısal unsur olduğunu vurguluyor. OECD’nin ifadesiyle “rekabet politikası kısa vadede enflasyonu düşürmez ama uzun vadede onun kalıcılığını azaltır.” Para politikası ateşi düşürür, maliye politikası ekonomiye denge kazandırır, rekabet politikası ise yangının yeniden başlamasını önler. Bu yaklaşım, enflasyonla mücadelede tek ayaklı bir stratejinin neden başarısız olabileceğini de açıklıyor.
Türkiye’de son dönemde para politikasıyla birlikte maliye politikasında da sıkılaşma adımları atılsa da enflasyonla mücadele çok aktörlü bir süreç. Maliye politikası bütçe disiplinini sağlarken, para politikası beklentileri yönetir; rekabet politikası ise piyasadaki yapısal sorunları hedef alır. Bu üç politika alanı birbirinden bağımsız ilerlediğinde birinin başarısı diğerinin sınırına çarpıyor. Kalıcı iyileşme ancak bu üç ayağın birlikte çalışmasıyla mümkün olabilir.
Bu çerçevede rekabet, enflasyonla mücadelenin görünmeyen ancak kritik bileşen olarak öne çıkıyor. Özellikle gıda, enerji, inşaat gibi fiyat geçişkenliği yüksek sektörlerde piyasa yapısının rekabetçi hale getirilmesi, fiyat katılıklarının azaltılması ve kartel davranışlarının önlenmesi, fiyat artışlarının kalıcılığını kırabilir.
Sadece para ve maliye politikalarıyla yürütülen bir enflasyon mücadelesi, yapısal sorunlara temas etmediği için kırılgan kalır. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, para, maliye ve rekabet politikalarının birlikte işlediği, sanayi ve tarım politikalarıyla desteklenen bütüncül bir ekonomik yapı reformudur. Enflasyon, sadece fiyat istikrarı sorunu değil; ekonomi politikalarının koordinasyonunu test eden sistem sorunudur. Bu gerçeği gözeten bir strateji, fiyat istikrarına giden yolun da anahtarı olacaktır.









