Enflasyon Hedeflemesinden Yeni Para Düzenine

Bugünün merkez bankacıları yalnızca rakamlarla değil, tarihle, siyasetle ve toplumla mücadele ediyor. Belki de şimdi gerçek sınav başlıyor.

1990’lardan 2000’lerin ortasına kadar dünya ekonomisi, enflasyon hedeflemesi etrafında şekillenen bir para politikası rejimine tanıklık etti. Merkez bankalarının temel önceliği enflasyonun “düşük ve istikrarlı” seviyede tutulmasıydı. Bu yaklaşım çerçevesinde serbest kur politikası makbul görülüyor, döviz kuru yalnızca olağanüstü durumlarda müdahale edilmeyi hak eden bir “şok emici” olarak konumlanıyordu. Teoride basit bir denklem vardı: Enflasyon hedefe yakın seyrederse, ekonomik istikrar sağlanır ve toplumun refahı artardı. Uygulamada da 2000’ler boyunca hem gelişmiş hem gelişmekte olan ülkelerde fiyatların görece istikrarlı seyrettiğini hatırlıyoruz. Hatta petrol fiyatları 140 dolar seviyelerine yükselirken dahi küresel ekonomide geniş çaplı enflasyon korkusu yoktu. Bu dönem, para politikası teorilerinin altın çağı olarak görüldü.

Fakat her başarı hikâyesinin görünmeyen bir yüzü vardır. 2008 finansal krizi, bu yaklaşımın eksiklerini çıplak şekilde ortaya koydu. Merkez bankaları enflasyon ve büyüme arasında doğru dengeyi kurmaya çalışırken finansal istikrarı ihmal etmişti. Dev bankaların çöküşü, sistemsel kırılganlıkların boyutunu gözler önüne serdi ve para politikası literatürü yeniden yazılmaya başlandı. Kriz sonrası dönemde makroihtiyati önlemler devreye girdi; kredi büyümesine sınırlar kondu, sermaye akımları daha yakından kontrol edildi ve SWAP piyasaları üzerinde düzenlemeler tartışıldı. Bir anlamda, görünmez duvarlar yükseldi, finansın özgürlüğü yerini kontrollü bir gerçekliğe bıraktı.

Yine de bu dönemin kazananları ve kaybedenleri vardı. Finansal okuryazarlığı olanlar, finans piyasalarına erişimi bulunanlar büyük bir servet artışı yakalarken, düşük gelir grupları bu büyümenin gölgesinde kaldı. Servet eşitsizliği daha görünür hale geldi ve küresel gelir piramidi daha dikleşti. Bu süreç, neoliberal politikaların toplumsal yansımalarını da sertleştirdi. Küreselleşen finans ile yerelleşen ücretler arasındaki kopukluk, pek çok ülkede sosyal ve politik gerilimleri besledi.

Bu tabloya Çin faktörünü eklemek şart. 2000’li yılların başında Dünya Ticaret Örgütü’ne katılan Çin, dünya ekonomisini adeta ucuz ürün ve hammaddeyle donatarak düşük enflasyon dönemine katkı sağladı. Çin, küresel arz zincirinin omurgası haline gelerek Batı’nın düşük enflasyon hedeflerine ulaşmasında sessiz ama kritik bir rol oynadı. Bugün bu tedarik zincirinin dönüşüm sürecinde olması ve jeopolitik rekabetin yükselmesi, geçmiş dönemin fiyat istikrarının aslında ne kadar kırılgan ve koşula bağlı olduğunu gösteriyor.

Gelelim bugüne… Gelişmiş ülkeler teoriye göre enflasyon hedeflemesinde ısrarcı olmalıydı. Ancak manzara farklı. ABD hâlâ %2 hedefini koruduğunu söylese de enflasyon hâlâ bu sınırın üzerinde seyrederken faiz indirimi döngüsüne giriliyor. İngiltere’de enflasyon %4’lere yakın, Japonya bile deflasyon döngüsünden çıkıp fiyat artışları ile tanışmış durumda. Hedeflerin uzağında olunsa da merkez bankalarının faiz indirimine yönelmesi, “fiyat istikrarı mutlak önceliktir” doktrininden bir sapma anlamına geliyor. Çünkü bugünün dünyasında sadece enflasyon değil; borçluluk, büyüme zorlukları, jeopolitik gerilimler, tedarik zinciri kırılganlıkları ve demografik değişimler de politika yapıcıların masasında yer alıyor.

2000’li yıllar küreselleşmenin ivme kazandığı, teknolojinin üretkenliği artırdığı, Çin’in uygun maliyetli üretimi ile dünya ekonomisini rahatlattığı ve para politikasının görece kolay işlediği bir dönemdi. Şimdi ise merkez bankalarının eli daha kısıtlı, araç seti daha karmaşık, ekonomik dengeler daha kırılgan. Para politikası artık yalnızca matematiksel bir denklem değil; sosyoekonomik bilinmezlerle dolu, politik baskıların yoğun olduğu, küresel risklerin merkezinde yer alan zor bir sanat.

Sonuç olarak, enflasyon hedeflemesi hala bir araç fakat tek pusula değil. Eski dünyanın sade denkleminden yeni dünyanın çok değişkenli gerçekliğine geçtik. Para politikası artık sadece fiyatlar üzerinden değil; finansal istikrar, toplumsal etkiler, üretim gücü, jeopolitik strateji ve küresel güç dengeleri ekseninde şekilleniyor. Bugünün merkez bankacıları yalnızca rakamlarla değil, tarihle, siyasetle ve toplumla mücadele ediyor. Belki de şimdi gerçek sınav başlıyor: Enflasyonu düşürmekten çok, yeni ekonomik düzeni çözümlemek ve ona uygun kontrollü bir yol haritası oluşturmak. Çünkü artık o günler geride kaldı; karşımızda çok daha çetin bir gerçeklik var.