Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın yayımladığı son “Sektörel Enflasyon Beklentileri” çalışması, farklı ekonomik aktörlerin gelecek döneme ilişkin bakış açılarını ortaya koydu. Veriler, 2025 yılı Ağustos ayı itibarıyla tüm gruplarda enflasyon beklentilerinde düşüşe işaret ediyor. Bu durum, uzun süredir ekonominin en temel sorunlarından biri olan fiyat istikrarı konusunda kısmi bir iyimserlik yaratıyor. Ancak tabloyu bütüncül değerlendirdiğimizde, beklentilerdeki farklılıkların toplumun farklı kesimlerinin enflasyonu farklı yoğunluklarda hissettiğini açıkça gösterdiğini unutmamak gerekiyor.
Piyasa katılımcıları, yani finansal ve reel sektör uzmanları, 12 ay sonrası yıllık enflasyon beklentisini bir önceki aya göre 0,6 puan azaltarak %22,8’e çekti. Bu oran, para politikasında sıkı duruşun ve küresel ekonomideki görece dengelenmenin piyasada daha umutlu bir algı yarattığını gösteriyor. Özellikle son dönemde kredi koşullarındaki sıkılaşma ve döviz piyasasında sağlanan görece istikrar, piyasa aktörlerinin enflasyonun gelecekte kontrol altında tutulabileceği beklentisini güçlendiriyor.
Reel sektör tarafında düşüş daha dikkat çekici. İmalat sanayinde faaliyet gösteren firmaların 12 ay sonrası enflasyon beklentisi 1,3 puan gerileyerek %37,7 oldu. Buradaki gerileme, üretim maliyetlerindeki baskıların kısmen hafiflediği yönünde bir işaret. Enerji fiyatlarında küresel ölçekte son aylarda görülen yatay seyir ve girdi maliyetlerindeki dalgalanmaların sınırlı kalması, reel sektörün enflasyon algısında rahatlama yaratıyor olabilir. Ancak beklenti seviyesinin hâlâ yüksek olduğu dikkate alındığında, üretim tarafında fiyat baskılarının tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün değil.
Hanehalkı beklentilerinde ise tablo daha temkinli bir iyileşmeye işaret ediyor. Tüketicilerin 12 ay sonrası enflasyon beklentisi yalnızca 0,4 puanlık gerilemeyle %54,1’e indi. Bu oran, günlük hayatta hissedilen fiyat baskılarının ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Hanehalkının beklentileri, gıda, kira ve enerji fiyatları gibi doğrudan harcamalara yansıyan kalemlerle daha sıkı ilişkilidir. Dolayısıyla tüketici, fiyatlardaki artışları en hızlı ve en yoğun şekilde hisseden kesim olarak yüksek beklentilerini koruyor. Buradaki gerçeklik, istatistiksel iyileşmelerin hane halkının yaşamına aynı hızda yansımadığını bir kez daha gösteriyor.
Genel çerçevede bakıldığında, beklentilerdeki düşüş enflasyonist baskıların gevşediğine yönelik umut verici bir işaret. Ancak piyasa aktörleri ile hanehalkı arasındaki beklenti farkı, enflasyon sorununu yalnızca teknik ve para politikası perspektifinden değil, toplumsal refah ve gelir dağılımı açısından da ele almak gerektiğini ortaya koyuyor. Enflasyona dair algının farklı gruplarda bu denli ayrışması, ekonomik politikanın nihai amacının yalnızca fiyat istikrarı değil, aynı zamanda toplumun geniş kesimlerinde güven duygusunun yeniden tesisi olması gerektiğini hatırlatıyor.
Türkiye açısından bundan sonraki süreç, beklentilerdeki bu düşüş trendinin kalıcı hale getirilmesi olacak. Para politikasındaki sıkı duruşun yanı sıra, yapısal reformların, üretim kapasitesini artırıcı adımların ve fiyat istikrarını destekleyecek mali disiplinin devreye alınması gerekiyor. Aksi takdirde, beklentilerdeki bu iyileşme geçici kalabilir. Enflasyonla mücadele yalnızca teknik bir süreç değil, aynı zamanda ekonomik güvenin toplumsal hafızada yeniden inşasıdır.










