Küreselleşme, bir zamanların sihirli kelimesiydi. Dünya küçülüyor, sınırlar silikleşiyor, insanlar ve sermaye özgürce dolaşıyor, fikirler sınır tanımıyor deniyordu. Fakat zaman geçtikçe bu “tek dünya, ortak gelecek” ütopyası, yerini sert gerçekliklere bıraktı. Günümüzde küreselleşme; fırsat eşitliğinden çok eşitsizliği, kültürel zenginlikten çok yozlaşmayı, iş birliğinden çok rekabeti akla getiriyor. İşte artık cesurca ele almamız gereken en önemli 20 küreselleşme sorunu:
Birincisi, gelir eşitsizliği. Küresel sermaye, gelişmiş ülkelerde yoğunlaşırken, az gelişmiş coğrafyalar yalnızca ucuz işgücü ve ham madde tedarikçisi konumunda kaldı. Bu durum zengin ile fakir arasındaki uçurumu derinleştirdi.
İkinci sorun, iş güvencesizliği. Çok uluslu şirketlerin, ucuz iş gücü arayışı yerel iş piyasalarını altüst etti. Esnek çalışma, taşeronluk ve otomasyon baskısı, çalışanların geleceğe dair umutlarını zayıflattı.
Üçüncüsü, çevresel tahribat. Küresel üretim ağları, karbon salımını artırırken, çevre standartlarının düşük olduğu ülkeler adeta zehirli atık sahasına döndü. İklim krizi artık küreselleşmenin yan etkisi değil, doğrudan ürünü.
Dördüncü olarak, kültürel homojenleşme karşımıza çıkıyor. Hollywood, Coca-Cola, McDonald’s ve benzeri markalar dünya kültürlerini tek tipleştirirken, yerel değerler ve diller hızla erozyona uğruyor.
Beşinci problem, gıda güvenliği. Küresel tarım tekelleri, yerel üreticileri saf dışı bırakarak tohumdan gübreye kadar her şeyi tekelleştiriyor. Bu da ülkeleri dışa bağımlı ve kırılgan hale getiriyor.
Altıncı olarak, göç krizleri. Savaşlar, iklim değişikliği ve yoksulluk nedeniyle insanlar kitlesel olarak göç ediyor. Ancak göçmenler gittikleri ülkelerde dışlanıyor, istismar ediliyor, hatta politik krizlerin sebebi ilan ediliyor.
Yedinci sırada, vergi adaletsizliği var. Çok uluslu şirketler kârlarını vergi cennetlerine taşıyor, milyarlarca dolarlık kazanç vergiden kaçırılıyor. Olan, vergi yükü altında ezilen küçük işletmelere ve çalışanlara oluyor.
Sekizinci sorun, dijital sömürgecilik. Veri, yeni çağın petrolü. Ancak bu veriler çoğunlukla küresel teknoloji devlerinin elinde toplanıyor. Bu durum, gelişmekte olan ülkeleri dijital bağımlılığa sürüklüyor.
Dokuzuncu olarak, finansal krizlerin yayılma hızı. Küresel finans sisteminde bir ülkedeki çöküş, saniyeler içinde tüm dünyayı etkileyebiliyor. 2008 krizi, bunun en çarpıcı örneği olarak hâlâ hafızalarda.
Onuncu ve hayati sorun, sağlık eşitsizliği. Pandemi, aşı ve ilaçlara erişimde zengin ülkelerin nasıl ayrıcalıklı olduğunu açıkça gösterdi. Küresel sağlık sisteminin aslında ne kadar bölünmüş olduğunu gördük.
On birinci olarak, siyasi bağımsızlığın zayıflaması. Küresel sermayenin baskısı, ülkelerin ulusal çıkarlarını gözeten politikalar üretmesini zorlaştırıyor. Uluslararası şirketler, adeta hükümetlerden daha güçlü hale geldi.
On ikinci, kâr odaklı eğitim modelleri. Eğitim artık küresel bir meta haline geldi. Üniversiteler bile kâr peşinde koşarken, nitelik geri plana atılıyor. Öğrenciler borçlanıyor, gelecek ise belirsizleşiyor.
On üçüncü sorun, çalışan haklarının küresel düzeyde aşınması. Rekabeti gerekçe gösteren şirketler, çalışan haklarını kısıtlamayı meşru sayıyor. Sendikalaşma oranları düşerken, güvencesizlik artıyor.
On dördüncü, çocuk işçiliği ve modern kölelik. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuklar ve yoksullar, ucuz üretimin arka planında modern köleliğe mahkûm ediliyor. Ne yazık ki bu, küresel ekonominin kanayan yarası.
On beşinci olarak, medya tekelleşmesi. Küresel medya devleri, bilgi akışını tekelleştirerek kamuoyunu yönlendirme gücü kazandı. Algılarla oynanıyor, gerçekler şekillendiriliyor.
On altıncı sorun, yapay zekâ ve işsizlik. Dijitalleşme ile birlikte işlerin robotlara devri hızlandı. Ancak bu dönüşümün yükünü işçiler çekiyor. Yeni teknolojiler gelir yaratıyor ama adil dağılmıyor.
On yedinci olarak, demokratik gerileme. Bazı ülkelerde küreselleşmeye karşı tepki olarak otoriter eğilimler güçleniyor. Halk, dışa açıklığı bir tehdit olarak algıladıkça demokrasi geriliyor.
On sekizinci sorun, küresel kurumsal temsiliyet eksikliği. IMF, Dünya Bankası gibi kurumlar hâlâ eski güç dengeleriyle çalışıyor. Yeni aktörler söz sahibi olmak istese de karar mekanizmaları Batı eksenli.
On dokuzuncu, internetin tekelleşmesi. İnternet özgürlük alanı olmaktan çıkıp dev platformların kontrolüne girdi. Bu durum ifade özgürlüğünden rekabet ortamına kadar birçok sorunu tetikliyor.
Ve yirminci olarak, anlam krizleri. Tüm bu sorunların arasında birey, kim olduğunu, nereye ait olduğunu ve neden yaşadığını sorgular hale geldi. Küreselleşme, maddi sınırları aşarken manevi boşluklar yarattı.
Sonuç olarak, küreselleşme artık yalnızca bir ekonomik model değil; siyasal, sosyal ve etik bir tartışma alanı. Dünyayı birbirine bağlayan bu sistem, aynı zamanda kırılganlıklarımızı da ortaklaştırdı. Bu yüzden bu 20 sorunu yalnızca konuşmak değil, somut adımlarla çözmek gerekiyor. Aksi halde küreselleşme bir fırsat değil, küresel bir tehdit haline gelmeye devam edecek.