Ekonomik krizler, tarih boyunca toplumları derinden sarsan, üretim ve tüketim dengelerini altüst eden, en çok da istihdam piyasasını tahrip eden olgular oldu. Özellikle 2008 küresel finansal krizi ve COVID-19 pandemisinin tetiklediği ekonomik çöküş, işsizliğin yalnızca bir ekonomik gösterge değil, aynı zamanda sosyal bir yara olduğunu bir kez daha hatırlattı. Peki, ekonomik kriz dönemlerinde istihdam politikaları nasıl tasarlanmalı? Hatalardan ders alarak geleceği nasıl inşa edebiliriz?
Ekonomik Krizlerin İstihdam Üzerindeki Yıkıcı Etkisi
Ekonomik daralma dönemlerinde işsizlik, genellikle diğer makroekonomik göstergelerden daha hızlı yükselir ve toparlanma sürecinde de daha yavaş iyileşir. Örneğin, 2008 krizinde ABD’de işsizlik oranı %10’a çıktı ve bu seviyeyi 4 yıl korudu. COVID-19’da ise gelişmiş ülkelerde işsizlik aniden %15’lere tırmandı. Ancak krizin etkisi yalnızca rakamlarla sınırlı değil:
- Genç işsizliği ve uzun dönemli işsizlik artar.
- Kayıt dışı ekonomi büyür, çalışanlar sosyal güvenceden yoksun kalır.
- Gelir eşitsizliği derinleşir; düşük vasıflı işgücü daha savunmasız hale gelir.
Bu tablo, kriz yönetiminde istihdam politikalarının merkezde olması gerektiğini gösteriyor.
Kısa Vadeli Politikalar: Yangını Söndürmek
Kriz anında acil önlemler, toplumsal çöküşü engellemek için hayati önem taşır:
- Genişletilmiş İşsizlik Sigortası: Gelir desteği, tüketimi canlı tutar ve sosyal patlamaları önler. ABD’de COVID-19 döneminde ek ödemeler, 5 milyon kişiyi yoksulluktan kurtardı.
- Kısa Çalışma Ödeneği: İşten çıkarmalar yerine çalışma saatlerini geçici olarak azaltan bu model, Almanya’nın 2008’deki başarısının anahtarıydı. Türkiye’de de Kısa Çalışma Ödeneği, 4 milyon kişiyi korudu.
- Kamusal İstihdam Programları: Alt yapı projeleri veya yeşil enerji yatırımları, hem istihdam yaratır hem de ekonomiyi canlandırır.
Ancak bu politikalar sürdürülebilir değil. Örneğin, süresiz nakit transferleri bütçe açıklarını kronikleştirebilir.
Orta ve Uzun Vadeli Stratejiler: Krizi Fırsata Çevirmek
Krizler, yapısal reformlar için bir fırsat olabilir. İstihdam politikaları, geleceğin işgücü piyasasına hazırlanmalı:
- Eğitim ve Beceri Yenileme: Otomasyon ve yapay zekânın yok ettiği işler yerine, dijital okuryazarlık ve teknik beceriler öne çıkıyor. Almanya’nın mesleki eğitim modeli (dual system) bu alanda örnek teşkil ediyor.
- KOBİ’lere Destek ve Girişimcilik: KOBİ’ler istihdamın %60’ını sağlıyor. Dijital dönüşüm hibeleri ve vergi indirimleri, yeni iş alanları yaratabilir. Güney Kore, 2020’de start-up’lara 10 milyar dolarlık fon ayırarak 200 bin yeni istihdam oluşturdu.
- Sosyal Koruma Ağlarının Evrenselleşmesi: Gig ekonomisi ve serbest çalışanlar için esnek sigorta modelleri geliştirilmeli. İspanya’nın 2021’de getirdiği “riders yasası”, platform işçilerine sosyal haklar tanıdı.
Küresel Eşitsizlik ve Politik İrade Sorunu
Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkeler krizler karşısında daha kırılgan. Düşük bütçeli ülkeler, sosyal harcamaları artıramıyor. IMF verilerine göre, 2020’de Afrika ülkelerinin yalnızca %2’si geniş kapsamlı destek paketleri açıklayabildi. Ayrıca, politikacıların popülist adımlar atması (asgari ücret artışlarında aşırılık, piyasa müdahaleleri) istihdamı uzun vadede olumsuz etkileyebiliyor.
Sonuç: İnsan Odaklı Bir Ekonomi Mümkün mü?
Ekonomik krizler, kapitalizmin doğasında var. Ancak iyi tasarlanmış istihdam politikaları, bu dalgaları bir fırsata dönüştürebilir. Kilit nokta, “insan sermayesini” merkeze alan, teknolojiyle uyumlu ve eşitlikçi bir yaklaşım. Örneğin, İskandinav ülkelerinin aktif işgücü politikaları (işsizlere ücretsiz eğitim, koçluk), uzun vadeli işsizliği AB ortalamasının yarısına çekiyor.
Unutmamalıyız: Ekonomik krizler geçici, ancak insanların hayatları ve umutları kalıcıdır. İstihdam politikaları, bu umudu yeşertmek için var.










