Ekonomik Güç, Artık Askerî Güç Kadar Stratejik

Geçmişte devletlerin gücü çoğunlukla sahip oldukları askeri kapasiteyle ölçülürdü. Kara ordusunun büyüklüğü, donanmasının gücü ya da nükleer silah envanteri, bir ülkenin küresel sahnedeki ağırlığını belirleyen temel kriterlerdi. Ancak günümüz dünyasında bu denklem ciddi şekilde değişti. Artık ekonomik güç, en az askeri güç kadar stratejik bir değer taşıyor. Hatta birçok durumda, ekonomik üstünlük tek başına daha kalıcı ve etkili bir nüfuz aracı olarak öne çıkıyor. Zira modern çatışmalar artık tanklarla değil, ticaretle; füzelerle değil, finansal yaptırımlarla yürütülüyor.

Küreselleşmenin derinleştiği 21. yüzyılda ülkeler sadece askeri cephede değil, aynı zamanda ekonomik sahada da rekabet içinde. Bu rekabetin yeni adı ise jeoekonomi. Devletler, ekonomik araçları stratejik hedeflere ulaşmak için daha bilinçli, daha planlı ve daha baskın şekilde kullanıyor. Çin’in Kuşak ve Yol projesiyle Avrasya’da kurduğu ekonomik ağ, ABD’nin teknoloji şirketlerine uyguladığı yaptırımlar, Avrupa Birliği’nin enerji arz güvenliğini sağlama çabaları bu stratejik yaklaşımın örnekleri. Bugün artık bir ülkenin büyüklüğü, ne kadar çok toprak işgal edebileceğinden çok, ne kadar veri üretebildiği, hangi teknolojileri geliştirdiği ve tedarik zincirlerinin neresinde yer aldığı ile ölçülüyor.

Ekonomik gücün askeri stratejiye entegrasyonu da giderek artıyor. Savunma sanayi yatırımları artık sadece milli güvenlik değil, aynı zamanda ekonomik bağımsızlık anlamına geliyor. Türkiye’nin yerli savunma teknolojilerine yaptığı yatırımlar, bu dönüşümün bir göstergesi. SİHA’lar, gemiler ya da hava savunma sistemleri artık sadece sahada değil, ihracat pazarlarında da etkinlik gösteriyor. Askeri ürünler ekonomik kaldıraç haline gelirken, ekonomik kararlar da ulusal güvenliğin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Örneğin ABD’nin Çin’e karşı aldığı çip ihracat kısıtlaması, sadece teknoloji rekabeti değil, aynı zamanda stratejik üstünlük sağlama çabasıdır.

Bir başka önemli gelişme, ekonomik yaptırımların savaşın yerini alan bir dış politika aracı haline gelmesidir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları veya tek taraflı uygulamalarla hayata geçirilen ekonomik yaptırımlar, artık hedef ülkelerin rejimlerini değiştirmek, yönelimlerini etkilemek ya da uluslararası alandaki davranışlarını sınırlamak için sıkça başvurulan yöntemler arasında. Rusya’nın Ukrayna savaşı sonrası karşılaştığı yaptırımlar, İran’a yönelik petrol ambargoları, Kuzey Kore’ye uygulanan ekonomik tecrit bu araçların etkinliğini ve kapsamını gösteriyor.

Dijital ekonominin yükselişiyle birlikte, ekonomik güç artık sadece geleneksel üretimden değil, aynı zamanda teknoloji geliştirme, dijital altyapı kontrolü ve bilgi üretiminden de kaynaklanıyor. Yapay zekâ, blokzincir, kuantum bilişim gibi yeni nesil teknolojiler sadece ekonomik avantaj sağlamıyor, aynı zamanda stratejik üstünlük aracı haline geliyor. Bu nedenle dijital dönüşüm, artık ulusal güvenlik stratejilerinin ayrılmaz bir parçası olarak görülüyor. Devletler, kendi teknolojilerini üretme konusunda yarış içinde; çünkü dışa bağımlılık, ekonomik olduğu kadar güvenlik riski de taşıyor.

Tüm bu gelişmeler, ekonomik gücün sadece refah üretme aracı değil, aynı zamanda stratejik bir koz olduğunu net şekilde ortaya koyuyor. Artık savaşlar sahada kazanılmadan önce finansal merkezlerde, enerji koridorlarında, teknoloji laboratuvarlarında veriliyor. Silahlar suskunken bile, ekonomik hamlelerle ülkelerin kaderi değiştirilebiliyor. Bu nedenle ekonomik kapasiteyi geliştirmek, sadece kalkınmak için değil, küresel güç denkleminde söz sahibi olmak için de zorunlu hale gelmiş durumda.

Sonuç olarak, ekonomik güç artık sadece iktisadi bir büyüklük değil, uluslararası sistemde ağırlık koymanın, ittifakları şekillendirmenin ve krizleri yönetmenin anahtarıdır. Bugünün savaşları askeri cephede değil, ekonomik platformda kazanılıyor. Bu yeni çağda stratejik vizyonu olan her ülkenin önceliği, ekonomik altyapısını, teknolojik kapasitesini ve üretim gücünü askeri stratejisiyle entegre şekilde planlamaktan geçiyor. Aksi takdirde, güçlü orduların bile kırılgan ekonomiler karşısında ayakta kalamayacağı bir dünyaya doğru ilerliyoruz.