Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, uluslararası sistemdeki kırılgan dengeleri daha da sarsarak Amerika’nın küresel liderlik konumunu tartışmalı hale getirmiş durumda. Birinci döneminde başlattığı “Önce Amerika” (America First) doktrinini bu kez daha keskin, daha kararlı ve daha dışlayıcı biçimde hayata geçiren Trump, dünya ekonomisinde içe kapanma eğilimlerini artırdı. Müttefiklerle ilişkiler daha da gerginleşirken, ABD’nin küresel kurumlarla bağları zayıfladı. Bu süreç, sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın çok taraflı ticaret sisteminden uzaklaştığı, güvensizlik ortamının derinleştiği bir dönemin habercisi oldu.
İkinci dönemine Çin’e karşı ekonomik, teknolojik ve stratejik cepheyi genişleterek başlayan Trump, bu kez daha sistemli bir şekilde ticaret bariyerleri ve ihracat kontrolleri uygulamaya koydu. Huawei, TikTok, DeepSeek gibi şirketler hedef alınırken, Çin menşeli ürünlere getirilen tarifeler genişletildi. Bu adımlar yalnızca Çin’i değil, Çin’le entegre olmuş Avrupa ve Asya ekonomilerini de etkiledi. ABD’nin “dost ülkelerden tedarik” politikası, küresel tedarik zincirlerinde büyük bir yeniden yapılanmayı beraberinde getirdi. Ancak bu yeniden yapılanma, piyasalarda istikrar değil, belirsizlik üretti.
Trump, Avrupa Birliği ile ilişkilerde de eleştirel ve zaman zaman küçümseyici tavrını sürdürdü. NATO’nun fonlanması ve güvenlik yükümlülükleri üzerinden yürüyen tartışmalar, bu dönemde daha radikal yaptırımlara dönüştü. Trump yönetimi, Almanya ve Fransa gibi ülkelerin enerji bağımsızlığına yönelik adımlarını engellemeye çalıştı; özellikle Rus gazına bağımlılığın azaltılması yönünde verilen sözlere rağmen Avrupa’nın iç siyasetini şekillendirme çabası içinde oldu. Bu durum, transatlantik ilişkilerdeki güveni ciddi ölçüde zedeledi.
İkinci dönem Trump yönetimi, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumlarla mesafesini daha da açtı. Bu kuruluşlara olan finansal katkıların azaltılması ya da askıya alınması, uluslararası sistemdeki Amerikan liderliğinin sembolik ve yapısal olarak çöküşüne neden oldu. Trump’ın çok taraflılık yerine ikili anlaşmaları tercih etmesi, uluslararası hukuk yerine güç temelli diplomasiye yönelmesi, küresel düzeyde ciddi bir yalnızlık yaratırken, yeni bir kutuplaşmanın da temelini attı.
Amerika’nın iklim politikası da Trump döneminde yeniden sorgulandı. Paris İklim Anlaşması’ndan tekrar çekilme sinyalleri ve fosil yakıt yatırımlarının desteklenmesi, çevresel sorumluluk anlamında ABD’yi dünya sahnesinde yalnızlaştırdı. Bu, sadece çevre hareketlerinin değil, birçok gelişmiş ülkenin de Amerika’ya olan güvenini sarstı. Küresel liderlik, sadece ekonomik ya da askeri güçle değil; aynı zamanda sorumluluk ve ortak değerlerle sürdürülür. Trump’ın yaklaşımı, bu temel ilkeleri görmezden gelerek Amerika’yı yalnızlaştıran bir etki yarattı.
Dijital ekonomi, yapay zekâ ve veri güvenliği gibi yeni alanlarda da Trump, sert düzenlemeler ve kapalı devre sistemleri savunarak, teknoloji alanında bloklaşmayı teşvik etti. Çin ile teknoloji savaşı başka ülkelere de sıçrarken, Amerikan teknolojisine olan güven de sarsıldı. Bu durum, küresel teknoloji ağlarında kutuplaşmayı artırdı, iş birliklerini azalttı.
Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi, küresel ekonomiyi yönlendiren lider ülkenin artık küresel iş birliğini değil, yalnızlığı tercih ettiği bir sürecin habercisi oldu. Korumacılık, milliyetçilik ve güç siyaseti temelinde şekillenen bu dönem; sadece Amerika için değil, dünya için de uzun vadeli etkiler yaratacak. Trump, bu dönemde kendi tabanını memnun eden politikaları sürdürmüş olsa da, bu politikaların küresel düzeyde yarattığı güven kaybı, ekonomik daralma ve diplomatik yalnızlık, dünya tarihine derin izler bırakacak bir dönem olarak kayda geçiyor.