Devletin Rolü Değişiyor: 21’nci Yüzyılda Özelleştirme Tartışmaları

Devlet kavramı, insanlık tarihi boyunca değişim göstermiştir. 20’nci yüzyılda refah devleti anlayışıyla zirveye çıkan kamusal müdahale, 21’nci yüzyılda daha karmaşık ve tartışmalı bir evreye girmiştir. Özelleştirme bu tartışmaların tam merkezinde yer alıyor. Bir yandan devletin küçülmesi ve özel sektörün dinamizmine alan açılması savunulurken, diğer yandan kritik sektörlerde kamu kontrolünün zayıflamasının doğurduğu toplumsal riskler giderek daha çok sorgulanıyor.

Özelleştirme, özellikle 1980’ler ve 1990’larda neoliberal politikaların yükselmesiyle hız kazanmıştı. Thatcher ve Reagan dönemlerinde İngiltere ve Amerika’da başlayan bu dalga, birçok ülkeye yayıldı. Devletin etkin bir aktör olmaktan çok, düzenleyici ve denetleyici bir role çekilmesi hedeflendi. Ancak bu politikaların mutlak doğruluğu, zaman içinde ciddi biçimde sorgulanır oldu. 2008 küresel finansal krizinde görüldü ki, sadece piyasanın görünmez eline bırakılan ekonomi, büyük dengesizlikler yaratabiliyor. Özelleştirilen bankalar, sigorta şirketleri ve enerji şirketleri krizin en kırılgan aktörleri haline geldi. Birçok devlet, krizin etkilerini hafifletebilmek için bu özel kuruluşlara yeniden müdahale etmek, hatta bazılarını kamulaştırmak zorunda kaldı. Bu, devletin rolünün değişiminin doğrusal bir süreç olmadığını, zaman zaman dalgalandığını gösterdi.

21’nci yüzyılın getirdiği yeni dinamikler, özelleştirme tartışmalarını daha da karmaşık hale getirdi. Teknoloji devrimi, iklim krizi, küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığı gibi yeni problemler, devletin yeniden daha aktif bir rol üstlenmesini gerektiriyor. Artık mesele yalnızca ekonomik verimlilik değil; ulusal güvenlik, veri güvenliği, stratejik bağımsızlık gibi kavramlar da devletin kontrol alanını belirlemede önemli birer faktör haline geldi. Örneğin enerji sektöründe yaşanan krizler, birçok ülkeyi, özelleştirilmiş enerji altyapılarını yeniden kamusal denetime alma yönünde adımlar atmaya itti. Sağlık alanında ise COVID-19 pandemisi, güçlü bir kamu sağlık sisteminin hayatiyetini yeniden hatırlattı.

Bütün bu gelişmelere rağmen, devletin her şeyi doğrudan kontrol ettiği bir modelin de çözüm olmadığı açık. 21’nci yüzyılda asıl mesele, devletin nerede aktif, nerede düzenleyici ve nerede sadece izleyici olması gerektiğini doğru belirlemek. Stratejik önemi olan sektörlerde, örneğin savunma, enerji, sağlık ve iletişim gibi alanlarda devletin doğrudan bir rol üstlenmesi gerektiği konusunda giderek artan bir uzlaşma var. Ancak rekabetin, yeniliğin ve girişimciliğin yüksek olduğu sektörlerde devletin daha esnek ve destekleyici bir pozisyonda kalması gerektiği de unutulmamalı.

Bugün pek çok ülkede özelleştirme tartışmaları, ideolojik saiklerden ziyade pratik sonuçlar üzerinden yürütülüyor. Başarılı özelleştirmelerin olduğu kadar, toplumsal maliyeti yüksek örnekler de bulunuyor. Örneğin bazı gelişmekte olan ülkelerde altyapı hizmetlerinin özelleştirilmesi, hizmet kalitesinin artmasına ve yatırımın hızlanmasına yardımcı olurken; bazı yerlerde ise yalnızca fiyat artışı ve hizmet eşitsizliği doğurdu. Bu farklılıklar, özelleştirmenin nasıl ve hangi koşullarda yapıldığının, sonuçlar üzerinde belirleyici olduğunu ortaya koyuyor.

Geleceğe baktığımızda, devletin rolü konusunda siyah-beyaz yaklaşımlar yerine, esnek, sektörel ve koşullara göre değişen bir anlayışın hâkim olacağını söyleyebiliriz. Devlet, ekonomide görünür bir el olmaya devam edecek, ancak bu elin nerede ne şekilde devreye gireceği, o toplumun ihtiyaçlarına, risk algısına ve kalkınma stratejilerine göre şekillenecek. Özelleştirme kavramı da bu yeni dünyada ya tamamen terk edilmeyecek ya da eski anlamıyla sürdürülmeyecek. 21’nci yüzyılın devleti, hem piyasa güçlerinden yararlanacak, hem de toplumun uzun vadeli çıkarlarını korumak adına stratejik müdahalelerde bulunmaktan kaçınmayacak.

Özelleştirme tartışmalarının bu yeni evresinde, her ülke kendi doğru dengesini bulmak zorunda. Ne her şeyi devlete bırakmak, ne de her şeyi piyasaya teslim etmek artık makul bir seçenek olarak görülüyor. Karmaşık, çok katmanlı, çok aktörlü yeni dünya düzeninde, devletin değişen rolünü doğru anlamak ve buna göre yeni modeller geliştirmek, 21’nci yüzyılın en önemli yönetim becerilerinden biri olacak.