Devletin Gölgesinde Serbest Piyasa: Neoliberalizm ve Devlet İlişkisi

, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren küresel ekonomik politikaların temel taşlarından biri haline geldi. Serbest piyasanın üstünlüğünü savunan, devletin rolünü asgariye indirmeyi hedefleyen bu ideoloji, “deregülasyon”, “özelleştirme” ve “ özgürlüğü” gibi kavramlarla tanımlandı. Ancak neoliberal teorinin iddia ettiği gibi devlet gerçekten de “kenara çekildi” mi? Yoksa devlet, neoliberal dönüşümün tam da merkezinde, piyasanın ihtiyaçlarına göre şekillenen yeni bir rol mü üstlendi?

Teori ve Pratik Arasında Bir İdeoloji

Neoliberalizmin kurucu düşünürleri Friedrich Hayek ve Milton Friedman gibi isimler, devletin ekonomik ve sosyal yaşama müdahalesinin “özgürlüğü kısıtladığını” ve “verimsizliğe yol açtığını” savundu. Onlara göre piyasa, kendi kendini düzenleyen bir mekanizmaydı; devletin tek görevi ise bu mekanizmanın önündeki engelleri kaldırmaktı. Ancak pratikte neoliberal politikalar, devletin tamamen “tarafsız” bir aktör olmadığını gösterdi. Örneğin, 1980’lerde Reagan ve Thatcher dönemlerinde uygulanan indirimleri, hareketlerinin serbestleştirilmesi ve sendikasızlaştırma politikaları, devletin aktif bir şekilde piyasa lehine müdahalesini gerektirdi. Yani neoliberalizm, devleti “küçültmek” yerine, onu piyasa yararına yeniden yapılandırdı.

Krizler ve Devletin Geri Dönüşü

2008 küresel finansal krizi, neoliberalizmin en büyük çelişkilerinden birini ortaya çıkardı: Piyasa çöktüğünde, devlet “son kurtarıcı” olarak sahneye çıktı. ve Avrupa’da bankalar devlet fonlarıyla kurtarılırken, “piyasa disiplini” retoriği bir kenara bırakıldı. Benzer bir durum, COVID-19 pandemisinde yaşandı. Piyasa aktörleri devlet destekleri olmadan ayakta kalamayınca, neoliberalizmin “devletsiz piyasa” miti bir kez daha sarsıldı. Bu durum, devletin aslında hiçbir zaman “arka planda” olmadığını, aksine piyasanın istikrarı için daima hazır beklediğini gösterdi.

Devletin Yeni Rolü: Piyasanın Bekçisi

Neoliberalizm, devleti “sosyal ” alanından çekilirken, onu piyasanın koruyucusu ve küresel sermayenin hizmetkârı haline getirdi. Özelleştirmelerle kamu hizmetleri ticarileştirildi, ancak bu süreçte devlet, özel şirketlere imtiyazlar sağlamak, yasal altyapıyı düzenlemek ve uluslararası anlaşmalarla sermayenin çıkarlarını korumak için aktif rol aldı. Örneğin, DTÖ ve gibi kurumlar aracılığıyla devletler, neoliberal kuralları küresel ölçekte dayattı. Dolayısıyla devlet, piyasanın gölgesinde değil, tam merkezinde yer aldı.

Sosyal Eşitsizlik ve Devletin İki Yüzü

Neoliberal politikalar, gelir dağılımındaki eşitsizlikleri derinleştirirken, devlet bu eşitsizliği yönetmek için yeni araçlar geliştirdi. Vergi indirimleriyle zenginler korunurken, sosyal harcamaların kısılması “açığı kapatma” adı altında meşrulaştırıldı. Ancak toplumsal şnutsuzluk arttıkça, devlet baskı aygıtlarını (polis, yargı) daha fazla kullanma eğilimine girdi. Bu durum, neoliberalizmin özgürlük söylemiyle çelişen bir otoriterleşme eğilimini de beraberinde getirdi. Şili’den İngiltere’ye, birçok ülkede neoliberal dönüşümler, ancak güçlü bir devlet aygıtıyla hayata geçirilebildi.

Sonuç: Piyasa ve Devletin Simbiyotik İlişkisi

Neoliberalizm ve devlet arasındaki ilişki, bir “çelişki” değil, simbiyoz örneğidir. , devletin koruması olmadan işleyemez; devlet ise piyasanın gücüyle meşruiyetini ve iktidarını sürdürür. Bugün iklim krizi, dijitalleşme ve gelir adaletsizliği gibi küresel sorunlar, neoliberalizmin sınırlarını iyice görünür kılıyor. Ancak çözüm, devleti tamamen reddetmekte değil, onu demokratik ve eşitlikçi bir çerçevede yeniden tanımlamakta yatıyor. Piyasanın gölgesinde değil, toplumun ışığında…


Bu köşe yazısı, neoliberalizmin “devletsiz” bir proje olmadığını, aksine devleti araçsallaştırarak dönüştürdüğünü vurguluyor. Piyasa ile devletin iç içe geçmiş ilişkisi, ekonomik politikaları ederken daha eleştirel bir bakışı zorunlu kılıyor.