Çifte Risk: Tarımsal Girdi Enflasyonu ve Artan Borç Stoku

Türkiye ekonomisi, dezenflasyon sürecinde iki kritik kırılganlıkla karşı karşıya: tarımsal girdi enflasyonundaki yükseliş ve merkezi yönetim borç stokunun döviz yükümlülükleri nedeniyle artan kur hassasiyeti. Bu iki gelişme, hem fiyat istikrarı hem de kamu maliyesi açısından dikkatle izlenmesi gereken bir tablo ortaya koyuyor.

Haziran ayında açıklanan Tarım Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE), üretici maliyetlerindeki baskının devam ettiğini gösterdi. Endeks aylık bazda %2,52, yıllık bazda ise %33,9 arttı. Yıl başına göre kümülatif artış %17,9 seviyesinde. Özellikle gübre ve toprak geliştiricilerde aylık %6’nın üzerinde bir artış kaydedilirken, enerji, yağlayıcılar, tohum ve makine bakım giderleri de yükseliş eğilimini sürdürdü. Tarımda kullanılan mal ve hizmetler endeksi yıllık %33,9, tarımsal yatırıma katkı sağlayan mal ve hizmetler endeksi ise %33,6 yükseldi. Bu tablo, üretim maliyetlerinin artmaya devam ettiğini ve çiftçinin önümüzdeki dönemde daha fazla fiyat baskısıyla karşılaşabileceğini ortaya koyuyor.

Bu noktada tarımsal maliyetlerin yalnızca üretici cephesinde değil, tüketici fiyatları üzerinde de belirleyici olduğunun altını çizmek gerekiyor. TÜFE’nin yaklaşık dörtte birini oluşturan gıda fiyatları, dezenflasyon sürecinin seyrini doğrudan etkiliyor. Dolayısıyla tarımsal girdi maliyetlerindeki artış, gıda enflasyonu üzerinden genel enflasyonun düşüş hızını yavaşlatabilir. İklim değişikliği ve kuraklık gibi üretim risklerinin bu maliyet baskılarıyla birleşmesi, gıda arzında dengesizlikler yaratabilir. Sonuç olarak, gıda fiyatlarındaki istikrarsızlık, enflasyonun kalıcı biçimde düşürülmesini zorlaştıran en önemli unsurlardan biri olmaya devam ediyor.

Diğer yandan merkezi yönetim borç stoku, temmuz sonu itibarıyla 12 trilyon 45 milyar TL’ye ulaştı. Bunun yaklaşık 5,5 trilyon TL’si Türk lirası, 6,5 trilyon TL’si ise döviz cinsinden yükümlülüklerden oluşuyor. Borç stokunda döviz ağırlığının giderek artması, kamu maliyesinde kur hassasiyetini daha görünür hale getiriyor. Küresel piyasalarda dalgalanma veya kurda yukarı yönlü hareketler, borç servis maliyetini artırarak bütçe disiplinini zorlayabilir. Hazine’nin tahsilatlarının sınırlı kalması da bu riskleri azaltmada yetersiz görünüyor.

Bu iki gelişme birlikte değerlendirildiğinde, ekonominin hem arz yönlü hem de maliye politikası tarafında önemli sınamalarla karşı karşıya olduğu görülüyor. Bir yandan gıda fiyatlarının kontrol altına alınması için tarımsal üretimde maliyetleri düşürücü ve verimliliği artırıcı politikalara ihtiyaç var. Diğer yandan kamu borç stokunda döviz yükümlülüklerinin azaltılması, mali disiplinin sürdürülebilirliği açısından kritik önem taşıyor.

Önümüzdeki dönemde dezenflasyon sürecinin başarısı, yalnızca para politikasının sıkılığına değil, aynı zamanda tarım ve kamu maliyesinde alınacak yapısal tedbirlere bağlı olacak. Aksi halde hem fiyat istikrarı hem de mali istikrar açısından kalıcı riskler gündemde kalmaya devam edecek.