Dünya ekonomisi, küresel resesyon sinyalleri vermese de, tarihin belki de en sönük on yıllarından birine adım atıyor. Dünya Bankası’nın Haziran 2025 itibarıyla yayımladığı “Küresel Ekonomik Beklentiler” raporu, yalnızca rakamlardan ibaret bir tablo sunmuyor; aynı zamanda uzun vadeli bir uyarı manifestosu gibi okunabilir. Küresel ekonomik büyümenin 2025’te yüzde 2,3’e gerileyeceği öngörülüyor. Bu oran, finansal krizler veya pandemi gibi olağanüstü dönemler hariç tutulduğunda, 2008’den bu yana en düşük büyüme performansı olarak kayıtlara geçecek.
Rapora göre, bu durağanlık tesadüfi değil. Ticaret savaşları, korumacılık politikaları, jeopolitik riskler ve merkez bankalarının süregelen belirsizlikleri, ekonomileri temkinli davranmaya zorluyor. Üstelik büyüme tahminleri, gelir düzeyi ve coğrafi dağılım fark etmeksizin neredeyse tüm ülkeler için aşağı yönlü revize edilmiş durumda. Özellikle gelişmekte olan ülkeler için bu tablo endişe verici. Çünkü bu ülkelerin yavaş büyümesi, yoksulluğu azaltma, istihdam yaratma ve gelişmiş ülkelerle olan gelir makasını kapatma hedeflerini doğrudan sekteye uğratıyor.
ABD ve Euro Bölgesi gibi gelişmiş ekonomilerde bile büyümenin sınırlı kalacağı öngörülüyor. ABD için 2025 büyüme tahmini yüzde 1,6; Euro Bölgesi için ise yalnızca yüzde 0,8 olarak belirlenmiş. Çin’in büyüme tahminleri görece daha istikrarlı görünse de, ülkenin yıllardır alışık olduğu çift haneli büyüme hızlarının artık geride kaldığı çok açık.
Enflasyon cephesinde de dünya rahat değil. 2025’te ortalama yüzde 2,9 olarak öngörülen küresel enflasyon hâlâ pandemi öncesi seviyelerin üzerinde seyretmeye devam ediyor. Gümrük tarifelerinin yükselmesi, iş gücü piyasasındaki daralmalar ve enerji piyasalarındaki oynaklık, fiyatlar üzerindeki yukarı yönlü baskıyı artırıyor.
Tüm bu karamsar tablo içinde Türkiye, raporda dikkat çeken ülkelerden biri oldu. Ocak ayında paylaşılan tahminlere göre yukarı yönlü revize edilen büyüme rakamları, 2024’ün son çeyreğinde beklenenden güçlü bir performans sergilenmesi sayesinde gerçekleşti. Türkiye’nin 2025’te yüzde 3,6; 2027’de ise yüzde 4,2 oranında büyümesi bekleniyor. Bu olumlu revizyonun ardında ise yalnızca iç talepteki dayanıklılık değil, aynı zamanda küresel petrol fiyatlarındaki düşüşün ithalat üzerindeki baskıyı azaltması da yer alıyor.
Ancak Türkiye açısından yol tamamen açık değil. İhracat büyümesinin zayıf kalması bekleniyor. Bunun nedeni ise TL’nin reel olarak değer kazanması, başta Euro Bölgesi olmak üzere ana ticaret partnerlerinde talebin zayıf seyretmesi ve ticaret politikalarındaki belirsizlikler. Diğer yandan, özel tüketimin, özellikle dezenflasyon sürecinin desteklemesiyle, büyümenin lokomotifi olmaya devam edeceği belirtiliyor. Sıkı para politikası ve mali disiplin vurgusu da Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda yatırımcı güveni açısından olumlu ayrışmasını sağlayabilir.
Tüm bu veriler ve eğilimler, küresel ekonominin ciddi bir paradigma değişimiyle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Artık yüksek büyüme oranları, merkez bankalarının bol likidite politikaları ve küresel arz-talep dengesi gibi eski normlar geçerliliğini yitirmiş durumda. Yeni dönemin başlıkları ise “istikrarsız istikrar”, “tedbirli kalkınma” ve “kalıcı belirsizlik” olacak gibi görünüyor.
Dünya Bankası’nın raporu, karar alıcılar ve politika üreticiler için yalnızca bir ekonomik tablo değil; aynı zamanda bir uyarı metni olarak ele alınmalı. Ekonomik yavaşlama, yapısal reform ihtiyacını ve küresel iş birliğinin önemini her zamankinden daha fazla gözler önüne seriyor. Her ülke kendi iç dinamiklerine göre pozisyon alsa da, ortak tehditlerin ortak akılla çözülmesi gerektiği bir dönemin içindeyiz. Geleceğe hazırlanmak, yalnızca büyüme rakamlarına değil; bu büyümenin sürdürülebilirliğine ve kapsayıcılığına odaklanmakla mümkün olacak.