Asya’dan Afrika’ya, Atlantik’ten Pasifik’e: Ekonomik Etki Haritası

Küresel ekonomi, artık yalnızca Batı merkezli bir güç dağılımından ibaret değil. 21. yüzyılın ilk çeyreği, bölgesel merkezlerin belirginleştiği, çok kutuplu bir ekonomik düzenin doğuşuna tanıklık etti. Bu yeni düzende Asya’nın yükselişi, Afrika’nın potansiyel dönüşümü, Atlantik eksenindeki kırılmalar ve Pasifik kuşağında şekillenen stratejik ittifaklar, dünya ticaretinin ve sermaye akımlarının yönünü temelden değiştiriyor.

Asya, ekonomik üretim kapasitesi, teknolojik liderlik ve sermaye birikimi açısından küresel merkez olma niteliğini pekiştiriyor. Çin’in kuşak-yol girişimi, sadece altyapı yatırımı değil, aynı zamanda bir nüfuz stratejisi olarak işliyor. Hindistan ise genç nüfusu, dijitalleşme ivmesi ve artan doğrudan yabancı yatırım hacmiyle bu coğrafyada yeni bir denge unsuru olarak öne çıkıyor. Japonya ve Güney Kore gibi olgun ekonomiler de yüksek teknoloji ihracatı ve finansal gücüyle bölgesel dengenin mihenk taşları arasında yer alıyor. Bu coğrafyanın yükselişi, Batı merkezli ekonomik yapının sorgulanmasına yol açarken, küresel tedarik zincirlerinin yeniden inşasında da belirleyici rol oynuyor.

Afrika, uzun süre küresel ekonominin periferisinde yer alsa da, son yıllarda bu algı değişiyor. Genç nüfusu, zengin doğal kaynakları ve büyüme potansiyeliyle dikkat çeken kıta, çok sayıda küresel aktörün yatırım ve strateji sahasına dönüşmüş durumda. Çin, Afrika’da en fazla altyapı yatırımı yapan ülke olurken; Türkiye, Hindistan, Rusya ve Körfez ülkeleri de diplomatik ve ekonomik bağlarını artırıyor. Ancak kıtanın sürdürülebilir kalkınma hamlesi için sadece dış yatırımlara değil, kurumsal reformlara, bölgesel entegrasyona ve beyin göçünü tersine çevirecek politikalara ihtiyacı olduğu açık.

Atlantik coğrafyası, yani Avrupa ile Amerika arasındaki transatlantik ilişkiler ise yeni sınavlardan geçiyor. ABD’nin korumacı politikaları, Avrupa’da stratejik otonomi arayışlarını hızlandırdı. AB, özellikle enerji krizi, jeopolitik baskılar ve savunma alanındaki kırılganlıklar karşısında daha bağımsız bir politika izleme niyetinde. Atlantik’in ekonomik kalbi olan bu iki merkez, artık sadece ortaklıkları değil, ayrışma noktalarını da tartışıyor. Bununla birlikte finansal sistemde hâlâ en büyük oyuncular olan bu bölgeler, dijital para, yapay zekâ düzenlemeleri ve yeşil dönüşüm konularında liderliklerini koruma mücadelesi veriyor.

Pasifik ise 21. yüzyılın jeoekonomik ve jeopolitik mücadelesinin tam kalbinde yer alıyor. ABD’nin Hint-Pasifik stratejisi, Çin’in bölgesel etkisini dengelemeyi amaçlarken, Avustralya, Güney Kore, Tayvan ve ASEAN ülkeleri bu stratejik satrançta önemli taşlar haline geldi. Pasifik kuşağındaki ekonomik entegrasyon girişimleri, ticaret anlaşmaları ve savunma iş birlikleri sadece ekonomiyle sınırlı değil; aynı zamanda küresel güç projeksiyonunun yönünü belirliyor. Bu bağlamda Pasifik, sadece ticaret rotalarının değil, ideolojik ve teknolojik rekabetin de belirleyici sahnesi oluyor.

Küresel ekonomik etki haritası artık düz bir çizgide ilerlemiyor. Her coğrafya, kendi iç dinamikleriyle ve dışa karşı kurduğu ağlarla bu haritanın şeklini yeniden çiziyor. Ekonomik büyümenin yönü kadar, bu büyümenin kimin kurallarıyla ve nasıl bir sistem içinde gerçekleşeceği de tartışma konusu. Asya’nın üretim ve teknoloji merkezli yaklaşımı, Afrika’nın kalkınma arayışı, Atlantik’in kurumlar ve normlar üzerinden liderlik çabası ve Pasifik’in güç denklemleri içindeki salınımı, geleceğin ekonomik düzeninin temel taşlarını oluşturuyor. Bu düzenin şekillenmesinde ise yalnızca sermaye değil; vizyon, iş birliği kapasitesi ve stratejik akıl belirleyici olacak.