Asgari Ücret ve Açlık Sınırı: Gelişmişliğin Ölçütü Ekonomi mi, İnsan Onuru mu?

Ekonomik büyüme rakamları, devletlerin “başarısını” ölçen bir tür modern totem haline geldi. Gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) artışları, borsa endeksleri veya yatırım istatistikleri, bir ülkenin refah seviyesinin tek göstergesiymişçesine öne sürülüyor. Ancak insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı, asgari ücretin altında çalışmak zorunda kaldığı veya açlık sınırının altında yaşadığı bir toplumda bu rakamlar ne anlam ifade ediyor? Gelişmişlik, insan onurunu koruyamayan bir sistem için kullanılabilir mi?

Gelişmişlik Nedir? Rakamlar mı, İnsan Haysiyeti mi?

Gelişmişliği salt ekonomik büyümeyle tanımlamak, insanlık tarihinin en büyük yanılgılarından biri. Birleşmiş Milletler’in “İnsani Gelişmişlik Endeksi” gibi çok boyutlu ölçütler bile eğitim, sağlık ve gelir adaleti gibi parametreleri dikkate alırken, pratikte hâlüsinasyon yaratan GSYİH rakamlarına odaklanılıyor. Oysa asgari ücretle çalışan birinin aylık geliri, kira, gıda ve enerji faturalarını ödedikten sonra sıfırlanıyorsa, burada “büyüme” kimin için?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2023 verilerine göre, Türkiye’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 15.000 TL’yi aşarken, asgari ücret net 11.500 TL’de kaldı. Bu matematik, çalışanın “aç kalmamak” için ek işlerde çalışması, borçlanması veya sosyal haklarından feragat etmesi gerektiği anlamına geliyor. Peki insanı sistematik olarak yoksulluğa mahkûm eden bir düzende “gelişme”den nasıl söz edebiliriz?

Ekonomik Büyüme Bir İllüzyon mu?

Ekonomik büyüme, teoride toplumun genel refahını artıran bir araç. Ancak bu büyümenin adil dağıtılmadığı durumlarda, yalnızca belirli bir kesimin cebini dolduran bir illüzyona dönüşüyor. Dünya Bankası’nın 2022 raporuna göre, küresel servetin %82’si nüfusun en zengin %10’unda toplanıyor. Bu eşitsizlik, kapitalizmin “yukarıdan damlayan” refah vaadinin çöktüğünü gösteriyor.

Öte yandan, “açlık sınırı” kavramı bile insanlık dışı bir standardı normalleştiriyor. Bir insanın yalnızca hayatta kalması için gereken minimum geliri ifade eden bu sınır, eğitim, kültür, sosyal katılım veya gelecek kaygısı duymadan yaşamak gibi temel hakları görmezden geliyor. Dolayısıyla, “açlıktan ölmemek” ile “insanca yaşamak” arasındaki uçurum, gelişmişlik iddialarını temelsiz bırakıyor.

Emeğin Karşılığını Alamamak: Sistem mi Çöküyor, İnsan mı?

Kapitalist sistemin işleyişi, emeğin değerini piyasanın “arz-talep” dengesine indirgiyor. Ancak insan onuru, metalaştırılamayacak bir olgu. Örneğin, bir market çalışanının 12 saatlik vardiyası, asgari ücretle bile ayda 150 saatlik mesaiyi bulduğunda, bu durum sadece ekonomik değil, ahlaki bir çöküşü de simgeliyor.

Filozof Karl Marx’ın “artık değer” teorisi, işçinin ürettiği değer ile aldığı ücret arasındaki uçurumu anlatır. Günümüzde bu uçurum, CEO’ların çalışanların 300 katı maaş almasıyla somutlaşıyor. İnsanlık, emeğin sömürüsünü meşrulaştıran bu düzene “gelişme” diyerek kendini kandırıyor olabilir mi?

Çözüm: İnsanı Merkeze Alan Bir Ekonomi Mümkün mü?

İlk adım, gelişmişliği yeniden tanımlamak: Bir ülke, ancak vatandaşlarının onurlu bir yaşam sürdüğünde “gelişmiş” sayılmalı. İskandinav ülkelerinde asgari ücret yerine “yaşanabilir ücret” kavramı benimsenmiş durumda. Danimarka’da temizlik işçileri bile saatlik 20 Euro kazanırken, sendikalar ve devlet iş birliğiyle gelir adaleti sağlanıyor.

İkinci adım, ekonomik büyümenin sosyal politikalarla desteklenmesi. Vergi reformları, servetin yeniden dağıtımı ve kamu hizmetlerine erişim (ücretsiz sağlık, eğitim, toplu taşıma) bu kapsamda ele alınmalı. Örneğin, Fransa’da asgari ücret, düzenli enflasyon ajustmanlarıyla korunuyor.

Üçüncü adım, uluslararası dayanışma. Dünya Sağlık Örgütü veya ILO gibi kurumlar, “açlık sınırı” yerine “onurlu yaşam sınırı”nı küresel ölçekte zorunlu kılmalı.

Sonuç: Rakamlar Değil, İnsanlar Konuşmalı

Bir toplumun gelişmişliği, en zayıf halkasının gücüyle ölçülür. Açlık sınırının altında çalışmak zorunda kalanlar, ekonomik büyüme hikâyelerinin sessiz tanıkları. İnsan onurunu merkeze almayan hiçbir rakam, gerçek anlamda “gelişme”yi temsil edemez.

Albert Einstein’ın dediği gibi, “Dünya, tehlikeli insanlardan değil; durumu seyredip hiçbir şey yapmayanlardan korkmalı.” Asgari ücretle geçinemeyenlerin sesi olmak, sadece bir vicdan meselesi değil; medeniyetin sınavıdır.