Ara Hedeflerle Yeni Dönem: Enflasyonla Mücadele ve Sanayi Üretiminde Çelişkili Görünüm

Merkez Bankası’nın 2025-III Enflasyon Raporu, hem piyasaların hem de ekonomi çevrelerinin merakla beklediği bir gelişmeydi. Bu raporun en dikkat çeken tarafı ise ilk kez açıklanan “ara hedefler” oldu. Orta vadede nihai hedef olarak %5’lik enflasyon oranı korunurken, geçiş sürecini şeffaflaştırmak amacıyla 2025 yılı için %24, 2026 yılı için %16 ve 2027 yılı için %9’luk yıl sonu hedefleri paylaşıldı. Bu yaklaşım, para politikası çerçevesinde yeni bir dönemin habercisi olarak değerlendirilebilir. Çünkü uzun süredir Türkiye’de en büyük sorunlardan biri beklenti yönetimiydi ve açıklanan bu kademeli yol haritası, piyasalara daha somut bir çıpa sunuyor. Elbette bu hedeflere ulaşılabilmesi, sıkı para politikasının kararlılıkla sürdürülmesine bağlı olacak. Merkez Bankası’nın vurguladığı gibi, enflasyondaki kalıcılığın özellikle hizmet enflasyonu tarafında yüksek olması ve iç talepteki direnç, bu yolculuğun en kritik sınavı olacak. Küresel ticarette yükselen korumacılık eğilimleri ve jeopolitik riskler de işin ayrı bir boyutu. Dolayısıyla ara hedefler sadece rakamlardan ibaret değil, aynı zamanda bir güven inşası girişimi olarak okunmalı.

Sanayi üretimindeki tabloya baktığımızda, manşet verinin etkileyici olduğunu söylemek mümkün. Haziran ayında yıllık %8,3’lük artışla son 16 ayın zirvesi kaydedildi. Ancak detaylara inildiğinde hikâyenin biraz daha farklı bir boyutu ortaya çıkıyor. Özellikle sermaye mallarındaki güçlü ivme ve savunma sanayi ile bilgisayar-elektronik üretimindeki sıçrama, manşet veriyi yukarı çekmiş görünüyor. Sadece bu iki kalemin toplam katkısı 1,3 puanı buluyor ki bu oldukça belirgin bir etki. Fakat bu sektörler hariç tutulduğunda sanayi üretiminin aylık bazda gerilemiş olması, genel eğilimin aslında zayıf seyrettiğini gösteriyor. Özellikle dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarında görülen düşüş, iç talebin baskılandığını teyit ediyor. Bu da Merkez Bankası’nın talep tarafında daralma beklentisini doğrular nitelikte. Öte yandan, üretim cephesindeki bu tablo ikinci çeyrek GSYH’sine yaklaşık 1,4 puanlık pozitif katkı sağlayacak gibi görünüyor. Yani kısa vadede büyüme rakamları daha güçlü bir görünüme kavuşabilir, ancak sürdürülebilirlik açısından resim o kadar da parlak değil.

Küresel cephede ise oldukça yoğun bir gündem vardı. Fed’in faiz indirimine hazırlanıyor oluşu, piyasalara moral verirken özellikle gelişen ülkelere yönelik sermaye akımlarını destekleyebilir. Türkiye açısından bakıldığında bu durum önemli çünkü cari dengede bozulma devam etmesine rağmen yabancı ilgisinin sürdüğünü görüyoruz. Yabancı yatırımcı girişlerinin hızlanması, hem döviz piyasasına hem de tahvil-borsa tarafına destek verebilir. Fakat bunun kalıcı olabilmesi için enflasyonla mücadelede güvenin pekiştirilmesi şart. Diğer yandan, Trump-Putin zirvesi ve yeni tarife kararları da küresel ticaretin önümüzdeki dönemde kolay bir seyir izlemeyeceğine işaret ediyor. Korumacılık eğilimleri, özellikle Türkiye gibi ihracat odaklı ekonomiler için risk oluşturabilir.

Genel çerçevede bakıldığında, hem yurt içinde hem de küresel ölçekte ekonominin yeni bir denge arayışında olduğu açık. Türkiye tarafında enflasyonla mücadele uzun soluklu bir süreç olacak ve ara hedefler bu yolda bir tür kilometre taşı işlevi görecek. Sanayi üretiminde manşet rakamların parlaklığına aldanmadan, eğilimin hangi sektörlerde güçlü, hangi sektörlerde zayıf olduğuna bakmak gerekiyor. Küresel koşullarda ise Fed’in adımları şimdilik destekleyici olsa da jeopolitik belirsizlikler ve ticarette artan korumacılık riskleri bir süre daha gündemden düşmeyecek gibi görünüyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ekonomi politikalarının başarısı, büyük ölçüde hem içeride talep ve enflasyon dengesini sağlamaya hem de dışarıda değişken küresel şartlara uyum göstermeye bağlı olacak.