Altının Ateşi, Konutun Cazibesi: Türk Halkının Bitmeyen Güven Limanı

Altın kazancı konuta yöneliyor, Türk halkı tasarrufun en güvenli limanı olarak hâlâ betona sığınıyor.

Türkiye’de bir kez daha tablo aynı: konut satışları rekor kırıyor. Ekim ayında 164 bin 306 konut satışıyla yılın en yüksek rakamına ulaşıldı. Üstelik bu, sadece bir aylık performans değil; yılın ilk on ayında toplam 1 milyon 293 bin 33 konut satışıyla tüm zamanların en yüksek 10 aylık verisi kaydedildi. Bu rakamlar, sadece bir sektörün değil, aynı zamanda bir milletin ekonomik refleksinin göstergesi. Çünkü Türkiye’de yatırım denince akla hâlâ “ev” geliyor.

Altının fiyatı yükseliyor, döviz dalgalı, borsa belirsiz. Fakat bir gerçek değişmiyor: Türk insanı kazandığı parayı “elle tutulur, duvarı olan” bir şeye yatırmak istiyor. Altınla kazandığını, betona çevirerek güven hissini pekiştiriyor. Bu davranışın ardında sadece ekonomik değil, sosyolojik bir gerçeklik de var. Ev sahibi olmak, Türkiye’de hâlâ “hayatın garanti altına alınması” demek.

Birçok ülkede yatırım araçları çeşitlenmiş durumda. İnsanlar finansal okuryazarlığın yüksek olduğu toplumlarda paralarını hisse senetleri, tahviller, fonlar ya da kripto paralara dağıtıyor. Ancak bizde tablo farklı. Türk insanı, yaşadığı ekonomik dalgalanmalardan dersini farklı bir biçimde çıkarıyor. “Risk alma” refleksi zayıf, “güvence arayışı” ise güçlü. Altından elde edilen kazanç, kısa vadede yüksek getiri sağlasa da, halk için asıl mesele paranın “nerede duracağı.” Ve o yer, çoğunlukla bir dairenin tapusu oluyor.

Altın, yıllardır enflasyona karşı en güçlü koruma aracı olarak görülüyor. Ancak altın tek başına çözüm değil; çünkü artan fiyatlar paranın elde durmasını da zorlaştırıyor. Altından kazanç sağlayan kesim, parasını yastık altında tutmak yerine “konut”a yatırıyor. Bu sadece bir yatırım değil, aynı zamanda bir “duygusal tatmin.” Türk insanı, elindeki parayı gözle görülür bir şeye dönüştürmek istiyor. Duvar, çatı, balkon… Bunlar sadece birer yapı unsuru değil; güven, aidiyet ve kalıcılık sembolleri.

Bu eğilim elbette ekonominin yönünü de belirliyor. Konut sektörü, Türkiye ekonomisinin lokomotiflerinden biri olmaya devam ediyor. Ancak bu tablo, bir yandan da barınma krizini derinleştiriyor. Çünkü yatırım amaçlı konut alımları arttıkça, kiralar da tırmanıyor. Yani bir kesim için konut hâlâ yatırım aracı iken, diğer kesim için barınmak her geçen gün zorlaşıyor. Bu çelişki, Türkiye’nin ekonomik yapısının en temel gerilim noktalarından biri hâline geliyor.

Konutun cazibesi sadece getirisinden kaynaklanmıyor. Toplumsal statü algısı da burada devreye giriyor. Türkiye’de “ev sahibi olmak” sadece bir yatırım değil, aynı zamanda bir “başarı göstergesi.” İnsanlar, bir ev sahibi olduklarında sosyal olarak da kendilerini daha güvende hissediyor. “Kira vermiyorum” cümlesi, hem ekonomik hem psikolojik bir rahatlama ifadesi. Bu nedenle, borsaya ya da diğer finansal araçlara yönelmek, birçok kişi için hâlâ uzak bir ihtimal.

Konut satışlarındaki rekor, aynı zamanda ekonomiye duyulan güvensizliğin bir yansıması. İnsanlar, enflasyonun gölgesinde parasını eritmek istemiyor. Bankadaki mevduatın faizine güven yok, dövizin geleceği belirsiz. Ama konut, her zaman orada duruyor. Fiziksel, somut, “var.” İşte Türk halkı bu “varlık” duygusuna yatırım yapıyor.

Ancak uzun vadede bu davranış biçiminin sürdürülebilirliği tartışmalı. Çünkü artan inşaat maliyetleri, faiz oranları ve arsa kıtlığı, konutun da bir noktada erişilmez hale gelmesine neden oluyor. Orta gelir grubunun konuta erişimi giderek zorlaşıyor. Yatırım için alınan konutlar, barınma için alınması gereken evlerin önüne geçiyor.

Yine de değişmeyen bir şey var: Türk insanı “taşa, toprağa, eve” inanıyor. Altın kazanıyor, borsa korkutuyor, ama konut güven veriyor. Bu güven hissi, ne faiz politikasıyla ne de ekonomik reformlarla kolay kolay değişmiyor. Çünkü bu, finansal değil, kültürel bir gerçeklik.

Belki bir gün yatırım alışkanlıkları değişir, finansal okuryazarlık artar, risk yönetimi daha bilinçli hale gelir. Fakat bugün itibarıyla tablo açık: Altın kazandırıyor, konut kucaklıyor. Türk halkı da yine bildiği yoldan gidiyor — altının ateşiyle ısınan, betonun gölgesinde huzur bulan bir ekonomi gerçeğiyle.