Son yıllarda altın piyasasında yaşanan rekor seviyelerdeki yükselişin arkasında, çoğu yatırımcının ekrana yansıyan grafiklerde göremediği bir dinamik bulunuyor: Merkez bankalarının giderek daha fazla gizlenen altın alımları. Özellikle Çin’in raporlanmayan büyük hacimli altın biriktirme çabaları, küresel finans sisteminde sessiz ama derin bir kırılmaya işaret ediyor. Financial Times’ın ortaya koyduğu veriler, Pekin’in açıklanan rakamların çok ötesinde alım yaptığı yönündeki şüpheleri güçlendirirken, altın fiyatlarının yükselişinin neden artık daha öngörülemez olduğu da netleşiyor.
Çin’in resmi altın alımları haziran, temmuz ve ağustos aylarında yalnızca 2 ton civarında açıklansa da, Société Générale analistleri ticaret verileri ışığında gerçek rakamın 250 tona kadar çıkabileceğine inanıyor. Pekin’in ABD dolarına olan bağımlılığı azaltma hedefi, tıpkı enerji piyasasında olduğu gibi altını stratejik bir araç haline getiriyor. Jeff Currie’nin de belirttiği gibi, petrol tankeri hareketlerini uydu verileriyle izlemek mümkünken, altın için böyle bir takip imkânı yok; bu da Çin’e sessizce rezerv artırma avantajı sağlıyor.
Altın talebinin ölçülmesinde tüccarlar artık seri numaralarıyla izlenen 400 ons’luk külçe akışlarına, uçak sevkiyatlarına ve rafinerilerin üretim verilerine bakmak zorunda kalıyor. Ancak bu veri bile parçalı ve eksik. Japonya’dan uzman Bruce Ikemizu, Çin’in gerçek rezervlerinin açıklananın iki katına, yani 5.000 tona ulaşmış olabileceğini ifade ederken, yalnızca Çin’in değil, pek çok ülkenin altın alımlarını artık raporlamayı bıraktığını vurguluyor.
Dünya Altın Konseyi verileri, son on yılda ABD dışındaki küresel rezervlerde altının payının %10’dan %26’ya yükseldiğini gösteriyor. Altın, doların ardından en büyük rezerv varlığı hâline gelirken, IMF’ye raporlanan alımların payı dört yıl içinde %90’dan %30’lara düşmüş durumda. Bu durum yalnızca şeffaflık kaybı yaratmakla kalmıyor; altının fiyat hareketlerini tahmin etmeyi de her zamankinden zor hale getiriyor. Merkez bankaları, ani ve yüksek hacimli işlemleri politik baskı riskinden kaçınmak veya piyasayı kendi aleyhlerine hareket ettirmemek için gizli tutuyor.
Nicky Shiels’in de belirttiği gibi, ABD ile olası siyasi gerilimler birçok ülkeyi altın alımlarını kamuoyuna açıklamaktan uzaklaştırıyor. Altın, artık sadece bir rezerv aracı değil, aynı zamanda doların küresel hakimiyetine karşı bir sigorta görevi görüyor. Bu nedenle raporlamanın düşük tutulması pek çok merkez bankasına stratejik avantaj sağlıyor. Geçmişte İngiltere’nin 1999’da altın satışlarını duyurarak fiyatları dip seviyeye çekmesi gibi örnekler, şeffaflığın maliyetli olabileceğini gösteriyor.
Bu tablo, altın piyasasını petrol gibi düzenlenmiş emtialardan ayıran temel farkı ortaya koyuyor: Alıcı ve satıcı profili daha az şeffaf, motivasyonları ise daha çok siyasi ve jeopolitik. Merkez bankalarının belirsiz tonajda altın biriktirmesi, fiyatların yönünü tahmin etmeyi zorlaştırıyor ve piyasayı daha kırılgan hale getiriyor. Michael Haigh’ın ifadesiyle, altın piyasası bu nedenle benzersiz derecede zor bir yapı taşıyor; çünkü fiyat üzerinde belirleyici olan aktörlerin davranışları takip edilemiyor.
Tüm bu gelişmeler aslında yeni bir küresel rezerv paradigmasına işaret ediyor. Dünya, yavaş fakat istikrarlı bir şekilde dolar merkezli sistemden çoklu rezerv varlıklarına dayanan bir modele doğru kayıyor. Bu kaymada altın, uzun zamandır olmadığı kadar merkezi bir role sahip. Gelecek yıllarda altın fiyatlarındaki volatilite artabilir, çünkü piyasayı yönlendiren güçler artık açık verilerden değil, görünmeyen stratejilerden besleniyor. Yatırımcılar için bu yeni dönemin en önemli dersi ise basit: Grafikler her şeyi söylemez; altının gerçek hikâyesi artık raporlanmayan rezervlerde yazılıyor.










