Amerika Birleşik Devletleri, uzun yıllardır küresel ekonomik liderliğini büyük ölçüde teknolojik üstünlüğü ve üretim gücüne borçluydu. Ancak son birkaç on yılda sanayileşme modelindeki kaymalar, üretimin büyük oranda dışa bağımlı hale gelmesi ve imalat sektörünün Asya’ya, özellikle de Çin’e kayması, ABD ekonomisinin yapısal zayıflıklarını gün yüzüne çıkardı. Bugün gelinen noktada, ABD’nin yeniden sanayileşme yönünde ciddi adımlar atması bir tercih değil, ekonomik ve stratejik bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu sürecin başarıya ulaşması ise yalnızca iç politikalarla değil, rakiplerin – özellikle Çin’in – yakından incelenmesiyle mümkündür.
Çin, son yirmi yılda sadece bir üretim üssü değil, aynı zamanda teknolojik ve bilimsel bir güç olarak yükselmiştir. Bu yükselişin arkasında merkezi planlama ile piyasa dinamiklerini birlikte kullanan hibrit bir model bulunmaktadır. ABD’nin yeniden sanayileşme sürecinde, Çin’in yüksek teknolojiye yönelik yatırımlarını, Ar-Ge teşviklerini ve üretimle inovasyon arasında kurduğu dengeyi dikkatle analiz etmesi gerekir. Çin’in “Made in China 2025” stratejisi, yalnızca sanayi ürünleri üretimini değil, yapay zekâ, kuantum bilgi işlem, biyoteknoloji gibi alanlarda da liderliği hedeflemektedir. ABD’nin bu alanlarda rekabet gücünü koruması, bu stratejilerin yapısını anlamaya ve karşılık verecek yeni politikalar geliştirmeye bağlıdır.
Amerika’nın en büyük avantajı, hâlâ sahip olduğu bilimsel ve teknolojik altyapıdır. Dünya çapındaki üniversiteleri, araştırma kurumları, yenilikçi girişimleri ve risk sermayesi ekosistemi, ABD’yi hâlen bir inovasyon merkezi kılmaktadır. Ancak bu kapasitenin sürdürülebilir hale gelmesi, üretimle buluşmasına, yani teknolojik keşiflerin endüstriyel üretime aktarılabilmesine bağlıdır. Bu bağlamda ABD, üniversite-sanayi iş birliğini güçlendirmeli, ileri teknolojiye dayalı üretimi teşvik etmeli ve altyapı yatırımlarına hız kazandırmalıdır.
Ayrıca, ABD’nin küresel tedarik zincirlerine aşırı bağımlılığı da sanayileşme hamlesinin önündeki bir başka önemli engeldir. Bu bağımlılık, COVID-19 pandemisi ve sonrasındaki jeopolitik gerilimlerle birlikte iyice açığa çıkmıştır. Çin, stratejik ürünlerde kendi kendine yetebilme hedefi doğrultusunda ulusal üretim kapasitesini artırırken, ABD’nin bu alandaki dışa bağımlılığı ciddi bir zafiyet yaratmaktadır. Bu nedenle Washington, yerli üretim teşvikleri, stratejik sektörlere doğrudan destek ve müttefik ülkelerle güvenilir üretim ortaklıkları gibi adımlar atmalıdır.
Müttefiklerle kurulan ilişkiler, ABD’nin sanayileşme stratejisinde önemli bir kaldıraç görevi görebilir. NATO, AB ve Hint-Pasifik bölgesindeki ortaklarla daha entegre bir ekonomik iş birliği, sadece üretim kapasitesini değil, teknolojik bilgi paylaşımını da artırabilir. ABD’nin yalnızca kendine dönük bir üretim modeli geliştirmesi yeterli değildir; aynı zamanda Çin gibi küresel ölçekte etkili olabilen, stratejik ittifakları ve teknoloji ağlarını yöneten bir yapı kurması gerekmektedir.
Sonuç olarak, ABD’nin yeniden sanayileşmesi, geçmişin sanayi politikalarının tekrarıyla değil, Çin’in bugünkü başarılarını anlayarak ve çağın koşullarına uygun yeni üretim paradigmaları geliştirerek mümkün olabilir. Bu süreç, yalnızca ekonomik bir hamle değil; aynı zamanda ulusal güvenlik, teknolojik liderlik ve küresel düzenin şekillenmesinde söz sahibi olma mücadelesidir. Amerika, bu yarışta önde kalmak istiyorsa sadece kendi geçmişine değil, rakiplerinin bugününe ve geleceğine de dikkatle bakmalıdır.