Neoliberalizm ve Eğitim: Bilgi mi, Sermaye mi?

Eğitim, bir toplumun ruhunu şekillendiren en güçlü araçlardan biri. Peki neoliberalizm bu aracı nasıl dönüştürdü? Bilginin özgürleştirici gücü mü yoksa sermayenin çıkarları mı öncelikli?

Neoliberalizmin Eğitimdeki Yükselişi

Neoliberalizm, 1980’lerde Thatcher ve Reagan politikalarıyla küresel bir ideoloji haline geldi. Devletin küçültülmesi, piyasa mantığının her alana yayılması ve kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesi, eğitimi de derinden etkiledi. Eğitim artık bir “yatırım” olarak tanımlandı: Öğrenciler “müşteri”, okullar “rekabetçi işletmeler”, diplomalar ise “kariyer piyasasında değerli bir meta” haline geldi. Bu dönüşüm, eğitimin temel amacını sorgulatıyor: Bireyi özgürleştirmek mi, yoksa sermayenin ihtiyaçlarına uygun “işgücü” yetiştirmek mi?

Bilginin Metalaşması: Üniversiteler ve Piyasa Mantığı

Neoliberal politikalar, üniversiteleri piyasa koşullarına mahkûm etti. Devlet desteğinin azalmasıyla birlikte üniversiteler, öğrenci harçlarına ve özel sektör sponsorluğuna bağımlı hale geldi. Araştırmalar, “kârlı” alanlara (mühendislik, teknoloji) yönelirken; felsefe, tarih veya sosyoloji gibi disiplinler geri plana itildi. Stanford veya MIT gibi elit kurumlar, teknokrasiye odaklanırken, eleştirel düşünceyi besleyen programlar giderek azalıyor. Hatta bazı ülkelerde öğretmenler, performansları “öğrenci başarısı” üzerinden ölçülen birer “çalışan” statüsüne indirgendi.

Eşitsizliğin Derinleşmesi: Kimin İçin Eğitim?

Neoliberal eğitim sistemleri, toplumsal eşitsizliği besliyor. Özel okullar ve üniversiteler, yalnızca ekonomik gücü yüksek ailelerin çocuklarına hitap ederken, kamu okulları kaynak yetersizliğiyle mücadele ediyor. ABD’de öğrenci kredi borçları 1.7 trilyon doları aştı; gençler, diplomalarını “işe yaramaz” bulurken, borç batağında yaşıyor. Eğitim, sosyal hareketlilik aracı olmaktan çıkıp, statüko’nun devamını sağlayan bir mekanizmaya dönüştü.

Standartlaştırma ve Yaratıcılığın Ölümü

Neoliberal eğitim, performansı ölçülebilir verilere indirgiyor: Sınav puanları, mezuniyet oranları, istihdam istatistikleri… Ancak bu standartlaştırma, öğrencilerin eleştirel düşünme, sorgulama veya yaratıcılık gibi insani becerilerini köreltiyor. Finlandiya gibi alternatif modeller, test odaklılığı reddedip öğrenci merkezli eğitimi savunurken, neoliberal sistemler “fabrika işçisi” yetiştirmeye devam ediyor.

Bilgi mi, Sermaye mi?

Neoliberalizmin eğitimdeki zaferi, insanlığın geleceği için tehlikeli bir soruyu gündeme getiriyor: Eğitim, piyasanın çarklarını döndüren bir araç mı olmalı, yoksa insanı özgürleştiren bir süreç mi? Eleştirel teoriye göre, eğitim sistemleri toplumun aynasıdır. Neoliberalizm, bu aynayı kırıp yerine piyasanın çıkarlarını yansıtan bir “ekran” yerleştirdi.

Çıkış Yolu: Kamusal ve Özgürleştirici Bir Eğitim

Umut hâlâ var: Brezilyalı eğitimci Paulo Freire’nin dediği gibi, “Eğitim, dünyayı okuma ve dönüştürme pratiğidir.” Bunun için:

  1. Eğitim kamusal bir hak olarak tanınmalı, ticarileştirilmemeli.
  2. Müfredatlar, eleştirel düşünceyi ve toplumsal sorumluluğu merkeze almalı.
  3. Öğretmenler, “performans hedefli” baskılardan kurtarılmalı.

Son Söz

Neoliberalizm, eğitimi bir “meta” olarak paketledi. Ancak insanlık, bilginin gücünü sermayenin çıkarlarına feda edemez. Eğitim, piyasanın değil, insanlığın hizmetinde olmalı. Unutmayalım: Gerçek özgürlük, sorgulayan ve dönüştüren bir eğitimle mümkün.