Türkiye’nin teknoloji serüveni, son 20 yılda savunma sanayii odaklı atılımlarla şekillendi. Ancak bugün, bu hikaye yalnızca silahlı insansız hava araçları veya milli muharip uçaklarla sınırlı değil. Ülke, savunma alanında elde ettiği birikimi yazılım, yapay zeka, siber güvenlik ve dijital dönüşüm gibi alanlara taşıyarak kapsamlı bir teknoloji ekosistemi inşa etme yolunda ilerliyor. Bu dönüşüm, ekonomiden diplomasiye, istihdamdan küresel rekabete kadar geniş bir alanda Türkiye’nin konumunu yeniden tanımlıyor.
Savunma Sanayiinin Açtığı Kapı
1980’lerde ASELSAN, ROKETSAN, HAVELSAN gibi şirketlerin kurulmasıyla filizlenen savunma sanayii hamlesi, 2000’lerde “yerli ve milli” teknoloji vurgusuyla ivme kazandı. Özellikle Baykar’ın İHA ve SİHA’ları, Türkiye’yi dünya savunma pazarında stratejik bir oyuncu haline getirdi. Bu başarı, sadece askeri bir zafer değil; mühendislik kabiliyeti, Ar-Ge kültürü ve kritik teknolojilere hakimiyetin de kanıtı oldu.
Savunma projeleri, yazılım ve veri analitiği gibi alanlarda derinleşen bir know-how biriktirdi. Örneğin, ASELSAN’ın radar yazılımları veya HAVELSAN’ın simülasyon sistemleri, sivil teknolojiye aktarılabilecek bir altyapı sunuyor. Bu sinerji, “çift kullanımlı teknoloji” kavramını Türkiye’nin gündemine taşıdı: Savunma için geliştirilen bir yazılım, sağlık veya enerji sektöründe de kullanılabiliyor.
Yazılım ve Dijital Dönüşüm: Yeni Sınırlar
Savunmadaki teknolojik özgüven, Türkiye’yi yazılım ve dijital ürünlerde de iddialı adımlar atmaya teşvik etti. 2010’lardan itibaren yerli yazılım şirketleri ve girişimler, hem iç pazarda hem de küreselde dikkat çekmeye başladı. Trendyol’un SoftBank’tan 1,5 milyar dolar yatırım alması, Getir’in Avrupa’da hızlı büyümesi veya Insider’ın Asya pazarında elde ettiği başarı, ekosistemin potansiyelini gösterdi.
Türkiye’nin yazılımdaki en büyük avantajı, genç ve dinamik nüfusunun teknolojiye adaptasyonu. Dijital okuryazarlık oranının yüksekliği, mobil uygulama kullanımında dünya sıralamasında üst sıralarda yer alması ve oyun sektöründe Kabam, Peak Games gibi şirketlerin çıkışı, bu potansiyeli somutlaştırıyor. Ayrıca, Türk mühendislerinin uluslararası şirketlerdeki varlığı (örneğin, Google’da çalışan Türk yazılımcılar), insan kaynağının niteliğini kanıtlıyor.
Kırılma Noktaları: Fırsatlar ve Zorluklar
Türkiye’nin teknoloji ekosistemini büyütmesi için önünde hem coşku verici fırsatlar hem de çözülmesi gereken sorunlar var:
- Beyin Göçü ve Yetenek Yönetimi:
Nitelikli yazılımcıların ve mühendislerin yurtdışına çıkışı, ekosistemin önemli bir açmazı. Türkiye’deki ortalama yazılımcı maaşının Avrupa veya ABD‘nin çok altında kalması, şirketlerin uzun vadeli hisse opsiyonu gibi modelleri benimsememesi, yetenekleri tutmayı zorlaştırıyor. Buna karşılık, Remote çalışma kültürünün yaygınlaşması, Türk yazılımcıların global şirketlerle çalışırken ülkede kalmasını sağlayabilir. - Yatırım İklimi ve Girişimcilik:
Türkiye’deki girişimler, erken aşama yatırım bulmakta zorlanıyor. Melek yatırımcı sayısı sınırlı, risk sermayesi fonları ise genellikle “geç aşama” projelere odaklanıyor. Oysa savunma sanayiinde görüldüğü gibi, devlet desteklerinin (TÜBİTAK, TEKNOFEST, KOSGEB) yazılım ve yapay zeka girişimlerine daha agresif şekilde kanalize edilmesi, kuluçka merkezlerinin artırılması ve yurtdışı ağların kurulması kritik önem taşıyor. - Regülasyon ve Küresel Rekabet:
Dijital hizmetlerdeki vergi düzenlemeleri, veri lokalizasyonu gibi politikalar, uluslararası yatırımcılar için belirsizlik yaratabiliyor. Ayrıca, Türk şirketlerinin Avrupa veya Asya’da markalaşması için devlet diplomasisinin teknoloji iş birliklerine entegre edilmesi gerekiyor. Savunma sanayiinde olduğu gibi “teknoloji diplomasisi” kavramı öne çıkmalı.
Gelecek Senaryosu: Savunma-Yazılım Sinerjisi
Türkiye’nin önümüzdeki dönemdeki en büyük şansı, savunma ve yazılım ekosistemleri arasındaki sinerjiyi derinleştirmek olacak. Örneğin:
- SİHA’larda kullanılan yapay zeka algoritmaları, tarımda verimlilik analizlerine uyarlanabilir.
- ASELSAN’ın iletişim teknolojileri, 5G veya nesnelerin interneti (IoT) altyapılarında kullanılabilir.
- Savunma sanayiinde edinilen siber güvenlik birikimi, finans veya e-devlet sistemlerine aktarılabilir.
Bu noktada, TEKNOFEST gibi festivallerin sivil teknolojiye daha fazla alan açması, Ar-Ge merkezlerinde disiplinlerarası çalışmaların teşvik edilmesi ve üniversite-sanayi iş birliklerinin somut projelere dönüşmesi gerekiyor.
Sonuç: “Teknoloji Milliyetçiliği”nden “Küresel İş Birlikleri”ne
Türkiye, savunma sanayiinde olduğu gibi yazılım ve dijital teknolojilerde de “kendine yeten” bir ülke olma hedefini sürdürmeli. Ancak bu hedef, içe kapanmak değil, küresel değer zincirinde söz sahibi olmak anlamına gelmeli. İsrail’in girişimcilik ekosistemi veya Güney Kore’nin yarı iletken endüstrisi gibi, Türkiye de savunma-yazılım entegrasyonunda benzersiz bir model yaratabilir.
Bu yolculukta, gençlerin hackathon’lara, yapay zeka yarışmalarına katılımı; kadınların teknoloji sektöründeki temsilinin artması; ve Anadolu’daki şehirlerin teknoloji üssüne dönüşmesi belirleyici olacak. Unutmamak gerekir: Teknoloji, artık yalnızca bir sektör değil, bir ülkenin jeopolitik gücünün temel bileşeni. Türkiye’nin bu bileşeni doğru yönetmesi, “dijital bağımsızlık” ile “küresel entegrasyon” arasında denge kurmasına bağlı.