Ekonomi Politikaları ve Sosyal Adalet: Büyüme ile Eşitlik Arasında Denge Arayışı

Ekonomi politikaları ve sosyal adalet, modern devletlerin en temel ikilemlerinden birini oluşturur. Bir yanda ekonomik büyüme, istikrar ve rekabet gücü; diğer yanda gelir dağılımındaki eşitsizlikler, yoksulluk ve sosyal haklara erişim… Bu iki olgu, çoğu zaman birbirine zıt hedefler gibi sunulsa da, aslında birbirini tamamlayan unsurlar olarak ele alınmalıdır. Zira sürdürülebilir kalkınma, ancak adaletli bir paylaşım ve kapsayıcı bir ekonomik sistem ile mümkündür.

Ekonomi Politikalarının Sosyal Adalete Etkisi: Neoliberalizmden Refah Devletine

Ekonomi politikaları, devletlerin kaynakları nasıl dağıttığını, piyasayı nasıl düzenlediğini ve toplumsal refahı nasıl şekillendirdiğini belirler. Ancak bu politikaların sosyal adaletle ilişkisi, benimsenen ideolojik yaklaşımlara göre büyük farklılık gösterir.

  • Neoliberal Politikalar: 1980’lerden itibaren küresel ölçekte yükselen neoliberal anlayış, devletin ekonomiden elini çekmesini, özelleştirmeleri ve serbest piyasa dinamiklerine mutlak güveni savunur. Bu model, büyüme ve verimlilikte kısa vadeli başarılar getirse de, gelir uçurumlarını derinleştirmiş, sosyal güvenlik ağlarını zayıflatmıştır. Örneğin, ABD’de 2008 krizi sonrası artan servet eşitsizliği veya Latin Amerika’da yoksulluğun kronikleşmesi, neoliberal politikaların sosyal maliyetini gözler önüne serer.
  • Keynesyen ve Refah Devleti Modelleri: İskandinav ülkeleri gibi refah devletlerinde ise yüksek vergilendirme, evrensel sosyal hizmetler ve güçlü sendikalar, eşitsizlikleri azaltmayı başarmıştır. Burada ekonomi politikaları, büyümeyi sosyal adaletle dengeler. Örneğin, Norveç’in petrol gelirlerini bir devlet fonunda biriktirerek gelecek nesillere adil dağıtma stratejisi, kaynak yönetiminde etik bir örnek teşkil eder.

Sosyal Adaletin Ekonomiye Katkısı: Neden Önemli?

Sosyal adalet, yalnızca ahlaki bir gereklilik değil, aynı zamanda ekonomik istikrarın da temelidir. Gelir dağılımındaki adaletsizlikler, tüketimi düşürür, sosyal huzursuzlukları artırır ve uzun vadede büyümeyi sekteye uğratır. Dünya Bankası verilerine göre, gelir eşitsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde yoksullukla mücadele programlarının GSYİH’ye katkısı %5-10 arasındadır. Ayrıca, eğitim ve sağlığa erişimde fırsat eşitliği, beşeri sermayenin gelişimini sağlayarak ekonomik verimliliği artırır.

Öte yandan, vergisel adalet de kritik bir role sahiptir. Servet vergilerinin düşük, tüketim vergilerinin yüksek olduğu sistemler (Türkiye’de KDV oranları gibi), dar gelirlilerin yükünü artırır. Buna karşın, İskandinav modelinde olduğu gibi artan oranlı gelir vergileri ve kurumlar vergisi, sosyal harcamaların finansmanında kilit rol oynar.

Küresel Krizler ve Yeni Arayışlar

COVID-19 salgını, iklim değişikliği ve otomasyon dalgası gibi küresel krizler, ekonomi politikalarının sosyal adaletle ilişkisini yeniden tanımlamamız gerektiğini gösterdi. Örneğin:

  • Salgın döneminde hükümetlerin işsizlik yardımlarını artırması, “temel vatandaşlık geliri” tartışmalarını alevlendirdi.
  • Yeşil dönüşüm politikaları, fosil yakıt sektöründe çalışan düşük gelirli kesimlerin mağduriyetini önlemek için “adil geçiş” mekanizmaları gerektiriyor.
  • Teknoloji devlerinin küresel vergi kaçakçılığı, OECD’nin “Küresel Asgari Kurumlar Vergisi” gibi yeni düzenlemeleri zorunlu kılıyor.

Çözüm Önerileri: Nasıl Bir Model?

  1. Kapsayıcı Büyüme Stratejileri: Büyümenin sadece GSYİH rakamlarıyla değil, istihdam kalitesi, çevresel sürdürülebilirlik ve gelir dağılımıyla birlikte ölçüldüğü modeller benimsenmeli.
  2. Evrensel Sosyal Haklar: Eğitim, sağlık ve dijital altyapıya erişim, anayasal bir hak olarak tanımlanmalı. Brezilya’nın Bolsa Família veya ABD’nin Earned Income Tax Credit gibi şartlı nakit transfer programları, yoksullukla mücadelede etkili araçlardır.
  3. Vergi Reformları: Multinational şirketler ve yüksek gelirliler üzerindeki vergi kaçakçılığı önlenmeli, dijital servet vergileri yaygınlaştırılmalı.
  4. Katılımcı Demokrasi: Ekonomi politikalarının tasarımında sendikalar, sivil toplum ve yerel yönetimler sürece dahil edilmeli.

Sonuç: Adil Bir Ekonomi Mümkün mü?

Ekonomi ve sosyal adalet arasındaki denge, “ya devlet ya piyasa” ikilemine sıkıştırılamayacak kadar karmaşıktır. Çözüm, piyasanın dinamiklerini sosyal hedeflerle uyumlu hale getiren karma modellerdedir. Güney Kore’nin teknoloji atılımını eğitim reformlarıyla, Almanya’nın sanayi üretimini güçlü sosyal diyalogla birleştirmesi, bu anlamda ilham vericidir.

Unutmamak gerekir: Ekonomik politikalar, insanlığın refahı için bir araçtır. Bu aracı, adaletten uzaklaştığımız anda, anlamını yitirir.