Ekonomi, birbirine bağlı aktörlerden oluşan dev bir ağ. Büyük şirketler uluslararası pazarlarda ülke markasını temsil ederken, küçük esnaf mahalle kültürünün ve yerel ekonominin can damarı. Ancak bu iki tarafın desteklenme biçimleri, ekonomik adalet ve sürdürülebilir kalkınma açısından sık sık tartışma konusu oluyor. Peki, devlet politikaları, finansal sistem ve toplumsal algı hangi tarafa daha fazla ağırlık veriyor?
1. Devlet Politikaları: Vergi Avantajları ve Teşvikler
Büyük şirketler, istihdam yaratma ve yatırım çekme potansiyelleri nedeniyle genellikle hükümetlerin öncelikli destek alanı oluyor. Örneğin, Türkiye’de 2020’de KOBİ’lere yönelik KDV istisnaları getirilirken, aynı dönemde otomotiv veya teknoloji devlerine milyar dolarlık vergi indirimleri sağlandı. ABD’deki 2017 Vergi Reformu da büyük şirketlerin kurumlar vergisini %35’ten %21’e düşürdü. Ancak KOBİ’ler için tasarlanan teşvikler, karmaşık bürokrasi nedeniyle etkisiz kalabiliyor.
Küçük esnaf ise daha çok “sembolik” desteklerle yetiniyor. Belediyelerin düşük faizli kredi projeleri veya geçici vergi ertelemeleri, yapısal sorunları (artan kiralar, enerji maliyetleri) çözmekte yetersiz. Üstelik büyük şirketlerin lobi faaliyetleri, politikaları uzun vadede kendi lehlerine şekillendiriyor.
2. Finansmana Erişim: Bankalar Kime Güveniyor?
Finansal sistem, risk algısı nedeniyle büyük şirketlere daha açık. Büyük şirketler tahvil ihraç edebiliyor, uluslararası yatırımcıları çekebiliyor ve düşük faizli kredilere erişebiliyor. Öte yandan, küçük esnaf için kredi talebi, teminat yetersizliği veya yüksek faizlerle reddedilebiliyor. Avrupa Yatırım Fonu’nun KOBİ’lere yönelik kredi garanti programları gibi istisnalar olsa da, küresel ölçekte KOBİ’lerin sadece %30’u banka kredisine erişebiliyor (Dünya Bankası verileri).
Fintech çözümleri (mikro krediler, crowdfunding) umut vaat etse de, bu platformlar da büyük ölçekli şirketlere yönelik yatırımları önceliklendiriyor.
3. Toplumsal Algı: “Marka” Güveni mi, “Yerel” Aidiyet mi?
Toplumda büyük şirketler “istikrar” ve “prestij” simgesi olarak görülüyor. Tüketici tercihlerinde marka bilinirliği öne çıkarken, küçük esnaf ancak “nostalji” veya “dayanışma” çerçevesinde destekleniyor. Pandemide #YerindenAl gibi kampanyalar artsa da, küçük işletmelerin pazarlama bütçeleri, büyük firmaların reklam gücüyle rekabet edemiyor.
Medya da bu algıyı besliyor: Büyük şirket CEO’ları “vizyoner lider” olarak haberleştirilirken, esnafın hikayeleri ancak yerel gazetelerde yer buluyor.
4. Krizlerdeki Tutum: Kim Daha Çok Kurtarıldı?
COVID-19 dönemi, destek mekanizmalarındaki eşitsizliği net gösterdi. ABD’deki PPP (Paycheck Protection Program) kredilerinin %75’i büyük şirketlere giderken, birçok küçük işletme yardım alamadı. Türkiye’de ise KOSGEB destekleri, elektrik faturalarının yalnızca %30’unu karşılayabildi. Buna karşılık, havayolu ve otomotiv devleri milyarlarca dolarlık kurtarma paketleri aldı.
Kriz dönemlerinde “sistematik önem” argümanı öne sürülse de, küçük işletmelerin toplam istihdamdaki payı (TÜİK’e göre Türkiye’de %70) göz ardı ediliyor.
Paradoks: Büyük ve Küçük Birbirine Neden Muhtaç?
Büyük şirketler, tedarik zincirlerinde küçük işletmelere dayanıyor. Örneğin, bir otomotiv devi, yan sanayideki yüzlerce KOBİ olmadan üretim yapamaz. Benzer şekilde, küçük esnafın varlığı, büyük şirket çalışanları için bir sosyal destek ağı oluşturuyor. Ancak bu karşılıklı bağımlılık, politikaları yansıtmıyor.
Çözüm Önerileri: Denge Nasıl Sağlanır?
- Kademeli Vergi Sistemi: Büyük şirketlerden alınan vergi oranları artırılırken, KOBİ’ler için vergi muafiyetleri kalıcı hale getirilmeli.
- Finansal Kapsayıcılık: KOBİ’lere özel düşük faizli kredi fonları ve teminat kolaylıkları yaygınlaştırılmalı.
- Lobiciliğin Sınırlandırılması: Büyük şirketlerin politikalar üzerindeki etkisi, şeffaf düzenlemelerle kontrol edilmeli.
- Toplumsal Bilinç: Yerel esnafı öne çıkaran “dijital pazaryeri” platformları ve okullarda girişimcilik eğitimleri teşvik edilmeli.
Sonuç: Ekosistem Düşüncesi
Ekonomi, bir ekosistem kadar kırılgan. Büyük şirketler olmadan küresel rekabet, küçük esnaf olmadan toplumsal dokunun sürekliliği mümkün değil. Destek mekanizmaları, bu ikisi arasında “yaşam hakkı” temelinde yeniden kurgulanmalı. Yoksa ne büyükler ayakta kalır, ne de küçükler…