Tarım, bir ülkenin sadece gıda güvencesi değil, aynı zamanda ekolojik geleceğinin de teminatıdır. Yıllardır süregelen “ne kadar çok üretirsek o kadar iyi” anlayışının, yerini yavaş yavaş “nasıl ürettiğimiz daha önemli” bilincine bıraktığına şahit oluyoruz. Türkiye’de Tarım ve Orman Bakanlığı’nın verilerine dayanan son tablo, bu bilinç değişiminin sadece sözde kalmadığını, devlet destekleriyle sahada somut bir karşılık bulduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor. Rakamlar, doğru teşvik mekanizmalarının toprağın bereketini nasıl katlayabileceğini kanıtlar nitelikte.
Verilere baktığımızda, 2005 yılından bu yana uygulanan organik üretim desteklerinin bir kaldıraç etkisi yarattığını görüyoruz. Sadece 2025 yılında yapılan 100,9 milyon liralık ödeme, çiftçinin sırtındaki yükü hafifletmekle kalmamış, üretimi de tetiklemiştir. Organik bitkisel üretimin son 22 yılda yüzde 320 oranında artarak 1,3 milyon tona ulaşması tesadüf değildir. Bu artış, 2002 yılında 310 bin ton seviyelerinde olan üretimin, bugün milyon tonlar barajını aşması anlamına geliyor ki bu, Türk tarımı için bir devrim niteliğindedir. Üretici sayısının 12 binden 36 bine, üretim alanının ise 89 bin hektardan 241 bin hektara çıkması, organik tarımın marjinal bir uğraş olmaktan çıkıp, ana akım bir üretim modeline dönüşmeye başladığının en güçlü sinyalidir. Ürün çeşitliliğinin 150’den 268’e yükselmesi ise sofralarımızdaki güvenilir gıda yelpazesinin genişlediğini müjdeliyor.
Bu büyüme sadece tarlada değil, ahırda ve kovanda da kendini gösteriyor. Organik hayvancılık verileri, özellikle kanatlı sektöründe çarpıcı bir sıçramaya işaret ediyor. 2005 yılında sadece 890 olan organik kanatlı sayısı, bugün yarım milyonu aşarak 541 bin seviyelerine ulaşmış durumda. Benzer bir ivme arıcılıkta da mevcut; kovan sayısı ve bal üretimi neredeyse ikiye katlanmış. Özellikle arıcılığa ayrılan 3,1 milyon liralık özel destek payı, ekosistemin devamlılığı için hayati olan bu sektöre verilen önemi gösteriyor. Ayrıca Gökçeada ve Bozcaada gibi izole bölgelerde yürütülen “Organik Tarım Adası” projeleri, yerel kalkınma ile çevre korumanın nasıl dengelenebileceğine dair dünyaya örnek teşkil edecek bir model sunuyor.
Resmin diğer tarafında ise “İyi Tarım Uygulamaları” (İTU) duruyor. Organik tarımın kardeşi sayılabilecek bu modelde yakalanan 109 katlık üretim artışı inanılması güç bir başarı hikayesidir. 2007 yılında 56 bin ton olan üretim, bugün 6,1 milyon tona ulaşmış durumda. Bu, üreticinin kayıt altına alındığı, izlenebilirliğin sağlandığı ve insan sağlığının öncelendiği bir sistemin oturduğunu gösteriyor. 2026 yılı için planlanan, örgütlü çiftçilere yönelik ilave destek kararı ise tarımın en büyük yapısal sorunu olan “dağınıklığı” çözmek adına atılmış stratejik bir adım. Bireysel çabaların kooperatifler ve birlikler çatısı altında toplanmasının teşvik edilmesi, hem maliyetleri düşürecek hem de pazarlama kabiliyetini artıracaktır.
Sonuç olarak, Türkiye organik tarım ve iyi tarım uygulamalarında niceliksel olarak büyük bir eşiği aşmış durumda. Bundan sonraki aşama, bu üretim artışını katma değerli markalara dönüştürerek ihracat potansiyelini maksimize etmek olmalıdır. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat süreci düşünüldüğünde, Türkiye’nin bu alandaki hazırlığı ve elindeki 1,3 milyon tonluk organik üretim gücü, uluslararası ticarette büyük bir koz olacaktır. Toprağa, suya ve doğaya yapılan yatırımın asla karşılıksız kalmadığını bu verilerle bir kez daha anlıyoruz; yeter ki destekler sürdürülebilir, üretim bilinçli olsun.










