Türkiye’de yaklaşık 7 milyon asgari ücretli başta olmak üzere tüm çalışanları yakından ilgilendiren yeni asgari ücret sürecine girilmiş durumda. Aralık ayının ilk haftasında toplanması beklenen Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 2025 yılı boyunca uygulanacak ücretin yanı sıra, belirleme yöntemine dair yeni bir anlayışı da tartışmaya açacak gibi görünüyor. Bu yıl masadaki konu yalnızca “ne kadar zam yapılacağı” değil; ücretin hangi dengelerle ve kimlerin belirleyici olduğu bir süreçle belirleneceği olacak.
Kulislerde konuşulan bilgilere göre pazarlık aralığı 25–28 bin TL bandında şekilleniyor. Bu geniş aralık bile, taraflar arasındaki gerilimli dengeyi yansıtıyor. İşçi cephesi enflasyon karşısında alım gücünün ciddi biçimde eridiğini savunurken, işveren tarafı artan maliyetler ve yavaşlayan büyüme nedeniyle daha temkinli bir artıştan yana. Ekonomi yönetimi ise ücret artışının enflasyon üzerindeki ikincil etkilerini göz önünde bulundurarak süreci kontrollü ilerletmek istiyor.
Bu yılki görüşmelerin en dikkat çekici yönü, komisyonun çalışma biçimine dair planlanan değişiklik. İşçi temsilcilerinin uzun süredir dile getirdiği “komisyon yapısının yenilenmesi” talebine karşılık, hükümetin mevzuata dokunmadan geliştirdiği bir pasifleştirme formülü gündemde. Buna göre Hazine, Maliye, Çalışma ve Ticaret Bakanlıkları ile Türkiye İstatistik Kurumu temsilcileri doğrudan pazarlığın içinde yer almayacak, yalnızca teknik veri ve analiz sunacak. Asgari ücret zammı, esas itibarıyla işçi ve işveren temsilcileri arasında müzakere edilecek. Bu yaklaşım, devletin hakem rolünü geri plana çekerek sosyal tarafların sorumluluğunu artıran yeni bir model denemesi olarak da okunabilir.
Ancak bu modelin ne kadar gerçekçi olduğu tartışmalı. Türkiye’de asgari ücret, yalnızca bir ücret politikası aracı değil; sosyal politika, gelir dağılımı ve hatta siyasi istikrarla doğrudan bağlantılı bir unsur. Bu nedenle devletin tamamen geri çekildiği bir sistemin, masadaki dengeleri gerçekten eşitleyip eşitlemeyeceği önemli bir soru işareti. Özellikle örgütlü işçi kesiminin sınırlı olduğu bir yapıda, işveren ağırlığının artması riski de göz ardı edilmiyor.
Asgari ücret tartışması sürerken, istihdama yönelik farklı başlıklarda da hareketlilik var. Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulan ve İŞKUR üzerinden yürütülen Gençlik Programı, genç işsizliğine karşı geliştirilen alternatif modellerden biri olarak öne çıkıyor. İlk etapta 100 bin öğrencinin yararlandığı programda, yıl sonuna kadar bu sayının 250 bine ulaşması, 2028 itibarıyla ise toplamda yaklaşık 2 milyon gencin sisteme dahil edilmesi hedefleniyor. Eğitimle birlikte kısmi çalışma imkânı sunan modelde, üniversite öğrencilerinin aylık yaklaşık 15 bin TL gelir elde edebilmesi, asgari ücret tartışmasının gençler boyutunu da yeniden gündeme taşıyor.
Diğer yandan, dijital platform çalışanları, motokuryeler ve ev kadınlarını kapsayan uzaktan çalışma düzenlemesi de çalışma hayatında önemli bir dönüşümün sinyalini veriyor. Sosyal güvencenin yaygınlaştırılması, iş sağlığı ve güvenliği kurallarının evden çalışmayı da kapsayacak şekilde yeniden tanımlanması, klasik “işyeri” kavramının değiştiğini gösteriyor. Bu düzenlemeler, asgari ücretin yalnızca tam zamanlı, fiziksel işyerlerinde çalışanlarla sınırlı bir referans olmaktan çıkacağını da ima ediyor.
Tüm bu başlıklar bir arada değerlendirildiğinde, asgari ücret pazarlığı artık tek başına bir rakam meselesi değil. Türkiye’de çalışma hayatının nasıl şekilleneceği, gençlerin ve esnek çalışanların sisteme nasıl entegre edileceği ve devletin bu alandaki rolünü nasıl yeniden tanımlayacağı bu masada dolaylı olarak tartışılıyor. Belirlenecek ücret, yalnızca 2025’in maaşlarını değil, önümüzdeki yılların çalışma düzenini de etkileyecek bir eşik anlamı taşıyor.










