Piyasalar 11 Aralık’ta yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısına kilitlenmiş durumda. Beklenti, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 200 baz puana kadar bir indirimle politika faizini yüzde 39,5’ten yüzde 37,5 seviyesine çekebileceği yönünde. Kâğıt üzerinde bu bir gevşeme sinyali gibi görünüyor. Ancak sahadaki gerçeklik, manşetlerden farklı: politika faizi düşse bile mevduat faizleri hâlâ yüksek ve yakın vadede de yüksek kalmaya kararlı.
Bugün bankaların uyguladığı TL mevduat faizlerine bakıldığında bu kararlılık net biçimde görülüyor. Bir aya kadar vadede yüzde 46,56, üç aya kadar vadede yüzde 47,91 gibi oranlar, politika faizinin çok üzerinde. Toplam TL mevduatta ağırlıklı ortalama faizin yüzde 46,96’ya dayanması, “faiz indirimi başladı” algısının tasarruf cephesinde pek karşılık bulmadığını gösteriyor. Bir başka ifadeyle Merkez Bankası’nın niyeti ile bankaların fiyatlama gerçeği arasında belirgin bir makas var.
Bu makasın temel nedenlerinden biri, regülasyonların bankaları TL toplamaya zorlaması. Bankaların bilançolarında Türk Lirası varlıkların yabancı para varlıklara oranının yüzde 60’ın üzerinde tutulması gerekiyor. Bu oran, teknik bir detay gibi görünse de pratiğe yansıması çok net: bankalar TL mevduat çekebilmek için yüksek faiz vermek zorunda kalıyor. Politika faizi aşağı gelse bile, bu yapısal zorunluluk ortadan kalkmadıkça mevduat tarafında sert bir düşüş yaşanmıyor.
Bir diğer önemli unsur, yatırımcının davranışı. Son dönemde artan risk iştahı, tasarruf sahibini altın ve diğer değerli metallere yöneltiyor. Mevduata girişlerin yavaşladığı her dönemde bankalar rekabeti faiz üzerinden kızıştırıyor. TL tasarrufu cazip kılmanın en hızlı yolu, hâlâ yüksek getiri sunmak. Bu da mevduat faizlerinin, politika faizinden bağımsız olarak yukarıda kalmasını destekliyor.
Mevduat maliyetlerinin yüksekliği, kredi tarafında da bir zincirleme etki yaratıyor. Bankalar yüzde 46-47 bandında topladıkları parayı, daha düşük oranlarla krediye dönüştürmekte isteksiz. Bu nedenle kredi faizleri beklenen hızda gerilemiyor. Reel sektörün ve bireysel kredi kullanıcısının hissettiği sıkılık, aslında doğrudan mevduat maliyetlerinden besleniyor. “Faiz düşüyor ama kredi neden ucuzlamıyor?” sorusunun cevabı tam olarak burada yatıyor.
Rakamlar bu tabloyu somutlaştırıyor. Bugün 1 milyon TL’sini 32 gün vadeyle değerlendirip yıllık yüzde 46,56 faiz alan bir mudi, stopaj sonrası yaklaşık 32 bin TL net getiri elde ediyor. Bu getirinin olduğu bir ortamda, tasarruf sahibinin mevduattan hızla çıkmasını beklemek gerçekçi değil. Politika faizinde atılacak sınırlı indirimler, bu kazancı anlamlı biçimde aşağı çekmediği sürece mevduat yüksek kaldıkça yüksek kalacak.
Önümüzdeki dönemde asıl belirleyici olacak unsur, sadece politika faizi kararları değil; TL/YP rasyosuna ilişkin düzenlemeler, enflasyon görünümü ve alternatif yatırım araçlarının cazibesi olacak. Eğer regülasyonlar gevşetilmez ve TL tasarrufunu destekleyen çerçeve korunursa, faiz indirimleri bile mevduat faizlerinde sınırlı ve gecikmeli bir etki yaratabilir. Bu da Türkiye’de faiz tartışmasının, “indirildi mi, indirilmedi mi?” ikileminin ötesine geçtiğini gösteriyor.
Kısacası, politika faizi düşebilir; ama mevduatın matematiği başka çalışıyor. Tasarruf sahibinin cebine giren rakam değişmedikçe, piyasanın gerçek faizi de kağıt üzerindeki kararlardan çok bankaların tabelasında yazan oranlarla belirlenmeye devam edecek.









