Merkez Bankası’nın kasım ayı “Sektörel Enflasyon Beklentisi” anketi, Türkiye’de enflasyon algısının toplumun farklı kesimlerinde nasıl belirgin biçimde ayrıştığını göstermesi açısından son derece önemli veriler sunuyor. Aynı ekonomik göstergelere bakan üç farklı grubun—piyasa katılımcıları, reel sektör ve hanehalkı—gelecek 12 aya ilişkin bambaşka enflasyon patikaları öngörmesi, hem ekonomik okumaların hem de toplumsal psikolojinin ne kadar farklı dinamiklerle şekillendiğini ortaya koyuyor.
Piyasa katılımcılarının 12 ay sonrası enflasyon beklentisini 0,23 puan artırarak yüzde 23,49 seviyesine yükseltmesi, profesyonel ekonomistlerin ve finansal oyuncuların enflasyon görünümünde sınırlı da olsa yukarı yönlü bir risk gördüklerine işaret ediyor. Bu artış, piyasalardaki oynaklık, küresel gelişmeler ve iç dinamiklere yönelik temkinli duruşun yansıması olarak okunabilir. Özellikle kur geçişkenliğinin devam etmesi, ücret ayarlamaları ve talep esnekliği gibi unsurlar, piyasa tarafında daha ihtiyatlı bir beklenti çerçevesi oluşturuyor.
Reel sektörün beklentisi ise tam tersi yönde hareket etmiş durumda. Ankete göre reel sektörün 12 ay sonrası TÜFE tahmini 0,60 puan gerileyerek yüzde 35,70’e indi. Bu düşüş, üreticilerin maliyet baskılarında kademeli bir hafifleme gördükleri veya fiyatlama davranışlarında daha rasyonel bir denge arayışına girdikleri anlamına gelebilir. Özellikle tedarik zincirlerinin normalleşmesi, girdi maliyetlerinin bir kısmında yaşanan yavaşlama ve talep tarafındaki daha kontrollü görünüm, reel sektörün beklentilerini aşağı yönlü revize etmesinde etkili olmuş olabilir. Bununla birlikte, reel sektörün beklentisinin hâlâ piyasa katılımcılarının neredeyse 12 puan üzerinde olması, üreticilerin enflasyon algısında halen yüksek bir kötümserlik eşiği bulunduğunu gösteriyor.
Anketin en çarpıcı bulgusu ise hanehalkındaki sert düşüş: Beklenti 2,15 puan gerileyerek yüzde 52,24 seviyesine indi. Hanehalkının enflasyon beklentileri genellikle diğer kesimlere göre daha yüksek seyretme eğiliminde olur; çünkü vatandaşın enflasyonla teması doğrudan ve günlük bir deneyimdir. Ancak bu ay yaşanan düşüş, toplumda fiyat artış hızına ilişkin bir yavaşlama algısının güçlendiğini düşündürüyor. Buna karşın hanehalkının hala yüzde 50’nin üzerinde bir enflasyon beklemesi, tüketici tarafında güvenin kırılganlığını koruduğunu ortaya koyuyor. Bu kadar yüksek bir seviyede bulunan beklentilerin düşüş hızının sınırlı kalması, tüketici davranışlarında ihtiyatlı duruşun sürdüğünü gösteriyor.
Öte yandan, hanehalkında “enflasyon düşer” diyenlerin oranının bir ayda 1,67 puan gerileyerek yüzde 24,83’e düşmesi de önemli bir toplumsal sinyal. Bu veri, her ne kadar beklenti ortalaması gerilese de, toplumun önemli bir bölümünün yakın gelecekte fiyatların düşeceğine artık daha az inandığını gösteriyor. Bu da ekonomik programların başarısının yalnızca teknik göstergelerle değil, toplumun geniş kesimlerinin güveni ve beklentileriyle de yakından ilişkili olduğunun hatırlatıcısı.
Bu tabloyu bütün olarak okuduğumuzda, Türkiye’de enflasyonla mücadelede önemli bir eşikte olduğumuz görülüyor. Merkez Bankası’nın attığı adımlar, makro ihtiyati çerçeve ve maliye politikası azalabilen ama hâlâ yüksek kalan beklentileri yönetme çabasında kritik rol oynuyor. Ancak beklenti setlerinin bu kadar ayrışmış olması, karar alıcıların iletişim stratejisinin daha da önem kazandığı bir döneme işaret ediyor. Ekonomi politikalarının kararlılığı ve öngörülebilirliği güçlendikçe, bu üç grubun beklenti patikası da zaman içinde birbirine yaklaşacaktır. Aksi halde enflasyon beklentilerindeki dağınıklık, fiyatlama davranışları üzerinde bozucu etkiler yaratmaya devam edebilir.
Türkiye için enflasyonla mücadele yalnızca rakamsal bir teknik süreç değil; aynı zamanda güvenin, beklentinin ve toplumsal algının dengeli yönetilmesi gereken bir süreç. Kasım ayı anketi, bu mücadelenin hala çok boyutlu ve hassas bir zeminde ilerlediğini bir kez daha gösteriyor.










