Türkiye ekonomisi son yılların en yoğun gündemlerinden birini yaşamaya devam ederken, uluslararası finans çevrelerinin Türkiye’ye bakışı yatırımcılar açısından her zamankinden daha fazla önem taşıyor. JPMorgan Türkiye Ekonomisti Fatih Akçelik’in son değerlendirmeleri ise bu tabloya hem temkinli hem de anlamlı bir çerçeve çiziyor. Enflasyon, faiz görünümü, TL’nin seyri ve büyüme tahminleri üzerinden yaptığı analizler, Türkiye ekonomisinin mevcut rotasını anlamak açısından değerli bir zemin sunuyor. Akçelik’in özellikle dezenflasyon sürecine yaptığı vurgu, piyasaların son dönemde taşıdığı aşırı iyimser havanın henüz tam olarak makro veriler tarafından desteklenmediğini gösteriyor. Dezenflasyonun piyasanın beklediği kadar güçlü ilerlemediğini ifade eden Akçelik, bu durumun para politikasında da daha temkinli bir patikayı işaret ettiğini belirtiyor. Yıl sonu enflasyon beklentisini yüzde 32 seviyesinde tutması da bunun bir yansıması. Kasım ayında yüzde 1,4’lük aylık enflasyon tahmini ise sebze fiyatlarındaki düşüşün etkisiyle Merkez Bankası’na kısa vadeli bir nefes alanı yaratabileceği anlamına geliyor. Ancak bu rahatlık sınırlı; zira yönetilen fiyatlarda beklenen artışlar ve ücret ayarlamaları, dezenflasyon sürecini kırılgan tutmaya devam edecek gibi duruyor.
Faiz tarafında ise JPMorgan’ın çizdiği yol haritası, para politikasının 2026 boyunca sistematik ve kademeli bir gevşeme sürecine gireceğine işaret ediyor. Aralık toplantısında 100 baz puanlık indirim beklentisini koruyan Akçelik, 2026 yılı boyunca her toplantıda aynı hızda indirim öngörerek politika faizinin 2026 sonunda yüzde 30,5’e kadar gerileyeceğini söylüyor. Bu yaklaşım, Merkez Bankası’nın hızlı değil, kontrollü bir gevşeme stratejisi izleyeceği mesajını da beraberinde getiriyor. Enflasyon görünümünün bu düşüş patikasını destekleyip desteklemeyeceği ise ekonomi yönetiminin fiyat istikrarına yönelik kararlılığı ve maliye politikasındaki dengeyle doğrudan ilişkili olacak.
Türk lirasının geleceğine dair değerlendirmeler ise dikkat çekici bir iyimserlik taşıyor. Akçelik, TL’de gelecek yıl yüzde 5’lik reel değerlenme beklediklerini ifade ederek, kurun uzun süredir devam eden baskılı seyrinden farklı, daha dengeli bir tablo çizebileceğini öngörüyor. Dolarizasyon riskinin düşük olduğunu vurgulaması ise yatırımcı algısındaki kırılmaların sınırlı olduğu anlamına geliyor. Özellikle yabancı yatırımcıların TL cinsi varlıklara hâlâ ciddi bir ilgi gösterdiğini belirtmesi, Türkiye’nin portföy akımları açısından avantajlı bir konumda olduğunu düşündürüyor. Tahviller ve döviz piyasalarında artan yabancı ilgisi, kur üzerinde aşırı volatilite görülme olasılığını da azaltan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Büyüme tarafında yüzde 3,5 ve yüzde 4 olarak paylaşılan tahminler Türkiye ekonomisinin sert bir yavaşlama riskinden kaçınabileceğini gösteriyor. İç talebin gücü, ihracat pazarlarındaki toparlanma sinyalleri ve yatırım eğiliminin kademeli olarak güçlenmesi bunu destekleyen unsurlar arasında yer alıyor. Ancak burada belirleyici faktör, fiyat istikrarının kalıcı bir şekilde sağlanması ve yatırımcı güveninin korunması olacak. Bu noktada yönetilen fiyatlardaki yüzde 20 civarında beklenen artışlar ve asgari ücret düzenlemeleri, enflasyon beklentilerini yeniden yukarı çekecek bir baskı yaratabilir. Dolayısıyla dezenflasyon sürecinin 2025 ve sonrasında da çarpıcı bir hız kazanması kolay görünmüyor.
JPMorgan’ın kur tahminleri ise Türkiye’nin dış denge görünümüne dair önemli ipuçları barındırıyor. 2024’ün 43,4 TL seviyesinde kapanmasının, 2026 sonunda ise 53,5 TL’ye ulaşılmasının beklenmesi; kurun kontrollü ancak yukarı yönlü bir eğilim içinde olacağına işaret ediyor. Bu öngörü, TL’nin reel anlamda değer kazanmasına rağmen nominal değer kaybına devam edeceği klasik gelişmekte ülke dinamikleriyle uyumlu bir çerçeve sunuyor. Mevcut küresel ortam göz önüne alındığında, Fed’in politika patikası, enerji fiyatlarındaki hareketlilik ve jeopolitik riskler de kurun seyri üzerinde belirleyici olmaya devam edecek.
Tüm bu tabloda Türkiye ekonomisinin dikkat çekici bir ikilemle karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bir yanda yabancı ilgisinin güçlü kalması, TL’de reel değerlenme umudu ve büyüme tarafındaki ılımlı görünüm ekonomide dengeli bir iyimserlik yaratıyor. Diğer yanda ise enflasyonun henüz tam anlamıyla kontrol altına alınamamış olması, yönetilen fiyat artışları ve ücret düzenlemeleri nedeniyle fiyat istikrarı açısından kırılganlık devam ediyor. Bu çelişkili yapı Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönemde daha dikkatli bir politika karmaşasına ihtiyaç duyacağını gösteriyor.
Ek olarak belirtmek gerekir ki, küresel finans piyasalarında artan jeopolitik riskler ve yapısal belirsizlikler Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler için hem fırsat hem de risk yaratıyor. Türkiye’nin orta vadede öngörülebilir ve kararlı politikalara bağlı kalması, hem dezenflasyon sürecini güçlendirecek hem de yabancı sermaye akımlarının devamlılığını sağlayacaktır. Piyasalar açısından en kritik konu ise beklentilerin yönetimi olacak; çünkü ekonomik görünüm kadar beklentilerin yönü de fiyatlamaları belirleyen en güçlü unsur.









