Reel Sektörde Döviz Açığı Alarm Veriyor: Risk Azalmıyor, Şekil Değiştiriyor

Döviz açığı azalmıyor, sadece şekil değiştiriyor. Ekonominin “yüksek kur – yüksek risk” denkleminden çıkamadığını net biçimde ortaya koyuyor.

Türkiye’de reel sektörün döviz pozisyonu açığı yeniden tırmanışa geçti. Dün açıklanan ağustos ayı verilerine göre, finansal kesim dışındaki firmaların net döviz pozisyonu açığı 184,9 milyar dolara yükseldi. Bu rakam, bir önceki aya göre 3 milyar dolarlık artış anlamına geliyor. Yani, döviz açığı daralma eğilimine girmek yerine, yeniden genişleme sinyalleri veriyor. Bu durum, kur oynaklığının sınırlı seyrettiği bir dönemde bile döviz yükümlülüklerinin artmaya devam ettiğini gösteriyor.

Detaylara bakıldığında, firmaların döviz varlıkları 787 milyon dolar artarken, yükümlülüklerdeki artış 3,8 milyar doları buldu. Artışın önemli kısmı hem yurt içi hem de yurt dışı kredi kanallarından kaynaklanıyor. Bu tablo, firmaların finansman ihtiyaçlarını karşılamak için döviz cinsinden borçlanmaya yeniden yöneldiğini ortaya koyuyor. Özellikle 2021 sonrası dönemde küresel faiz artışlarıyla birlikte yavaşlayan dış borçlanma, 2025 itibarıyla yeniden hız kazanmaya başlamış durumda.

Varlık tarafında ihracat alacakları ve yurt dışına doğrudan yatırımlar dikkat çekiyor. Ancak burada da 2021 sonrası dönemde görülen güçlü artış eğiliminin artık zayıfladığı görülüyor. Türev varlıklardaki oynaklık, şirketlerin döviz riskini hedge etme eğilimlerinin arttığını gösterse de bu çabaların toplam döviz açığını kapatmaya yetmediği açık. Firmalar artık riskten korunmak için daha fazla finansal araç kullanıyor ancak bu, yükümlülüklerdeki artış hızını dengeleyemiyor.

Kısa vadeli tablo da benzer bir resim çiziyor. Ağustos itibarıyla kısa vadeli döviz varlıkları 137,8 milyar dolar, kısa vadeli yükümlülükler ise 132,6 milyar dolar seviyesinde. Bu durum, kısa vadeli net döviz pozisyonu fazlasının 5,2 milyar dolara gerilediğini gösteriyor. Yani, firmalar kısa vadede pozitif bir dengeye sahip olsalar da bu fark giderek eriyor. Kısa vadeli yükümlülüklerin toplam yükümlülükler içindeki payı %37 seviyesinde seyrediyor. İlginç olan, firmaların son dönemde uzun vadeli borçlara yönelmesi. Bu strateji, kısa vadeli riskleri sınırlamak açısından rasyonel olsa da, döviz açığı sorununun yapısal boyutunu ortadan kaldırmıyor.

Tarihsel perspektiften bakıldığında, 2008 yılında kısa vadeli borçların toplam borçlar içindeki payı %45 düzeyindeydi. Bu oran 2016’da %25’e kadar gerilemiş, son yıllarda ise %38–40 bandına oturmuş durumda. Bu da, Türk reel sektörünün borç yapısında vade açısından bir denge arayışı içinde olduğunu, ancak döviz pozisyonu açığında kalıcı bir iyileşmenin hâlâ sağlanamadığını gösteriyor.

Aslında tablo yeni değil; Türkiye’de reel sektör uzun süredir döviz açık pozisyonu sorunu yaşıyor. İthal girdi bağımlılığı yüksek olan bir üretim yapısında, kur şoklarının şirket bilançolarına etkisi doğrudan hissediliyor. Bu nedenle döviz açığı sadece bir finansal gösterge değil, aynı zamanda üretim ve maliyet yapısının kırılganlığını yansıtan bir uyarı niteliği taşıyor.

Bugün küresel ekonomide faizlerin uzun süre yüksek kalacağı, doların güçlü seyrini koruyacağı ve jeopolitik risklerin arttığı bir ortamda Türkiye’nin döviz pozisyonundaki bu genişleme, önümüzdeki dönem için önemli bir kırılganlık sinyali veriyor. Özellikle kurda olası yukarı yönlü hareketlerin yeniden hız kazanması durumunda, bu açık reel sektörde kârlılık ve bilançolar üzerinde ciddi baskı oluşturabilir.

Sonuç olarak, firmaların döviz açık pozisyonu artık sadece bir bilanço kalemi değil, makroekonomik istikrar açısından da kritik bir gösterge haline gelmiş durumda. Kısa vadede alınacak finansal önlemler kadar, uzun vadede üretim yapısının ithal girdi bağımlılığını azaltacak politikalar da büyük önem taşıyor. Döviz açığı azalmıyor, sadece şekil değiştiriyor. Bu da Türkiye ekonomisinin halen “yüksek kur – yüksek risk” denkleminden çıkamadığını net biçimde ortaya koyuyor.