Küresel piyasalarda Fed’in faiz indirimine gitmesi, yalnızca ABD ekonomisi açısından değil, gelişen piyasalar için de kritik bir dönemeç oldu. Türkiye açısından bu sürecin en belirgin yansıması ise kredi temerrüt primlerindeki (CDS) hızlı düşüşle birleşerek dış borçlanma maliyetlerinde ciddi bir rahatlama sağlaması. Uzun süredir kırılganlıkların gölgesinde fiyatlanan Türkiye’nin risk primi, nihayet salgın öncesi seviyelere geriledi ve bu gelişme, hem ekonomi politikalarının hem de küresel koşulların desteğiyle daha sürdürülebilir bir borçlanma ortamı yaratıyor.
Haftaya 264 baz puandan başlayan 5 yıllık CDS, iki gün gibi kısa bir sürede yüzde 8,7 gerileyerek 241,5 seviyesine indi. Bu rakam, Şubat 2020’den bu yana görülen en düşük seviye. Hatırlayalım; Nisan ayında CDS’ler 380 baz puana kadar çıkmış, uzun süre 300’lerin üzerinde kalmıştı. Hazirandan itibaren düşüş trendi hızlanırken, son hamleyle birlikte artık “risk primi” algısında kayda değer bir iyileşme yaşandığını söylemek mümkün. Bu gelişmenin arkasında birden fazla faktör bulunuyor: siyasi tansiyonun azalması, bütçe ve hazine nakit dengesi verilerinin olumlu gelmesi ve TCMB’nin dezenflasyon hedefinde kararlı şekilde ilerlemesi.
CDS’in teknik olarak ifade ettiği şey, borcunu ödeyememe riskine karşı alınan sigortanın maliyetidir. Yani CDS’in düşmesi, yatırımcıların Türkiye’nin borçlarını ödeme kapasitesine daha fazla güven duyduğunu gösterir. Dış borçlanma maliyetleri de tam bu noktada devreye giriyor. Bir ülkenin borçlanma faizi, risksiz getiri oranına eklenen kredi spreadiyle hesaplanır. İşte Türkiye’nin CDS’lerindeki gerileme, bu spreadi küçültüyor ve ülkenin dış finansmana daha düşük maliyetle erişmesini sağlıyor.
Bu tabloya Fed’in faiz indirimini eklediğimizde, çifte pozitif bir etki ortaya çıkıyor. Çünkü küresel ölçekte faizler aşağı çekildikçe “risksiz getiri oranı” düşüyor. Türkiye’nin CDS’lerindeki gerileme de buna eklendiğinde, borçlanma maliyetinde çok daha belirgin bir rahatlama söz konusu oluyor. Bu, yalnızca kamu borçlanması açısından değil, özel sektörün dış finansmana erişiminde de doğrudan yansıma bulacak. Bankalardan reel sektöre uzanan geniş bir yelpazede daha uygun maliyetlerle kredi bulma imkânı doğuyor.
Tüm bunlar piyasalarda genel bir rahatlamaya işaret ediyor. Borsa İstanbul’da son dönemde görülen güçlü seyrin arkasında da bu risk algısındaki iyileşme etkili. Yabancı yatırımcı ilgisi, özellikle tahvil piyasasında kendini daha net gösterirken, kur tarafında da istikrarı destekleyen bir unsur olarak öne çıkıyor.
Ancak tabloyu fazla pembeleştirmemek gerek. CDS’lerdeki düşüş, küresel risk iştahının ve içeride doğru adımların bir bileşkesi. Bu nedenle hem Fed’in sonraki adımlarını hem de Türkiye’nin enflasyonla mücadelesindeki kararlılığını izlemek kritik olmaya devam edecek. Unutmayalım ki, CDS’ler hızlı düşebildiği gibi, ani dalgalanmalarla da hızla yükselebiliyor. Dolayısıyla bu kazanımı korumak, en az düşüşün kendisi kadar önemli.
Özetle, Fed’in faiz indirimiyle başlayan gevşeme döngüsü ve Türkiye’nin CDS’lerindeki belirgin gerileme, ülke ekonomisine önemli bir nefes aldırıyor. Dış borçlanma maliyetlerinin düşmesi, bütçe dengesi ve reel sektör finansmanı açısından uzun zamandır aranan bir fırsat penceresi yaratıyor. Bu pencerenin ne kadar açık kalacağı ise hem küresel gelişmeler hem de içerideki ekonomik politikaların tutarlılığına bağlı. Türkiye, uzun süredir ihtiyaç duyduğu dış finansman avantajını nihayet yakalamış durumda; şimdi mesele bu avantajı kalıcı hale getirebilmek.










