Son bir haftadır Türkiye piyasaları, siyasi ve hukuki gelişmelerin gölgesinde oldukça dalgalı bir seyir izliyor. BIST 100 endeksinin 11.600 seviyesine kadar yükseldikten sonra hızla satış baskısıyla karşılaşması, yatırımcıların belirsizlik karşısında risk iştahını ne kadar çabuk geri çektiğini bir kez daha gösterdi. Bu tür dönemlerde belirsizlik, piyasa açısından net bir şekilde olumsuz algılanır ve yükselişler çoğunlukla tepki niteliğinde kalır. Nitekim mevcut tabloda, tansiyonun sürmesi halinde endekste 10.280 ve 9.975 seviyelerine kadar geri çekilmeler olasılık dahilinde görünüyor. Ancak siyasi tansiyonun düşmesi ve hukuk sürecindeki belirsizliğin azalması, endeksin yeniden 11.600 zirvesini hedeflemesine yol açabilir.
Yabancı yatırımcı davranışları da bu süreçte belirleyici olmaya devam ediyor. Son 9 haftada kesintisiz alım yapan yabancıların satışa dönmesi, Türkiye riskinin hâlâ masada olduğunu güçlü bir şekilde hatırlattı. Kredi faizlerinde ve tahvil getirilerinde görülen artış, bu çıkışların yalnızca kısa vadeli bir dalgalanma olmadığını, aynı zamanda piyasanın risk algısının yeniden bozulduğunu gösteriyor. Yabancıların geri çekilmesi halinde Borsa İstanbul’un tamamen yerli yatırımcıların duygusal reflekslerine bırakılması, endekste likidite kaybını artırarak oynaklığı katlayabilir. Özellikle algoritmik ve pasif fonların satış tarafında daha sert hareketler yaratabilmesi, zincirleme düşüş riskini büyütüyor.
Bu noktada TCMB’nin faiz politikası da dikkatle izleniyor. Siyasi gelişmelere doğrudan bağlı hareket etmeyen Merkez Bankası, yine de piyasa üzerindeki etkileri göz ardı edemez. Tahvil fiyatlarındaki artış bize, piyasaların faiz indirimleri konusundaki beklentilerini bir miktar törpülediğini gösteriyor. TCMB’nin önümüzdeki üç toplantıda toplamda 750 baz puanlık indirim yapabileceği beklentisi sürse de, bu süreçte daha temkinli bir ton kullanması ve indirim temposunu yavaşlatması olasıdır. Rezervlerdeki güçlenme Merkez Bankası’na manevra alanı sağlasa da, artan politik riskler nedeniyle her adımda daha dikkatli olunması gerekiyor.
Yurtdışında ise manzara farklı değil. ABD’de ÜFE verilerindeki olumlu tablo, Fed’in bu yıl üç faiz indirimi yapabileceğine dair beklentileri artırdı. Piyasalar, gelecek haftaki toplantıda çeyrek puanlık bir indirim olasılığını tamamen fiyatlamış durumda, hatta 50 baz puan ihtimalini dahi %8 seviyesinde masada tutuyor. Avrupa cephesinde ECB’nin faizleri sabit tutması beklenirken, ticaret ve siyasi sorunların bankanın elini gevşemeye zorlaması ihtimali canlılığını koruyor. Küresel risklerin hâlâ yüksek olduğu bu ortamda, teknoloji hisselerinin öncülüğünde ABD borsalarında sınırlı yükselişler dikkat çekiyor.
Tüm bu veriler ışığında yatırımcılar açısından en doğru strateji, aşırı risk almadan çeşitlendirilmiş bir portföy yapısı kurmak olacaktır. Belirsizliklerin yoğunlaştığı dönemlerde altın, güvenli liman özelliğiyle öne çıkmaya devam ediyor. Bunun yanında TL mevduat ve kısa vadeli stopajsız hazine kâğıtları, yatırımcılara hem likidite hem de faiz avantajı sağlayabilir. Hisse tarafında ise daha temkinli bir yaklaşım benimsenmeli; banka ve gayrimenkul yatırım ortaklıkları gibi defansif sektörler tercih edilebilir. Portföyün üçte birlik kısmını hisse senedine, geri kalanını ise daha güvenli enstrümanlara ayırmak dengeli bir yol haritası olacaktır.
Sonuç olarak, hem içeride siyasi ve hukuki belirsizlikler hem de dışarıda merkez bankalarının politikaları, piyasaların yönünü belirlemeye devam edecek. Yatırımcıların bu süreçte önceliği korunmak, fırsatları ise sakinlikle değerlendirmek olmalı. Borsadaki her yükselişi kalıcı bir trend başlangıcı olarak görmek yerine, tepki hareketleri olarak değerlendirmek ve stop-loss disiplininden şaşmamak, önümüzdeki haftaların en kritik yatırımcı refleksi olacak.










