Enflasyona Endeksli Zam Dönemi Sona mı Eriyor?

Türkiye’de ücret artış sisteminde kritik bir döneme giriliyor. Hükümetin memur ve memur emeklilerine yönelik 2026-2027 toplu sözleşme teklifinde sunduğu zam oranları, gerçekleşen enflasyon yerine beklenen enflasyona endeksli bir uygulamaya geçişin işareti olarak görülüyor. Bu adım, yalnızca kamu çalışanlarını değil, asgari ücretliler ile SSK ve BAĞ-KUR emeklilerini de içine alarak toplumun yarısından fazlasının gelirlerini doğrudan etkileme potansiyeli taşıyor.

Şimdiye kadar uygulanan sistemde memur ve memur emeklileri, toplu sözleşme kapsamında yılda iki kez zam alırken, gerçekleşen enflasyon öngörülen artışı aşarsa fark bir sonraki döneme yansıtılıyordu. SSK ve BAĞ-KUR emeklileri ise ocak ve temmuzda doğrudan geçmiş altı ayın enflasyonuna göre zam alıyordu. Bu mekanizma, özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde maaşların enflasyona karşı erimesini kısmen önleyen bir güvence işlevi görüyordu. Ancak Moody’s gibi uluslararası kredi kuruluşlarının not artırımı için şart koştuğu “hedef enflasyona endeksleme”, bu güvenceyi ortadan kaldıracak nitelikte.

Hükümetin memur zammı teklifinde 2026 yılı için ilk altı ayda yüzde 11, ikinci altı ayda yüzde 7; 2027 yılı için ise yüzde 4+4 oranları önerildi. Yıllık bileşik oranlara bakıldığında 2026 için yüzde 18,8, 2027 için yüzde 8,2’lik bir artış öngörülüyor. Bu rakamlar, Merkez Bankası’nın son enflasyon raporunda yer alan 2026 için yüzde 13-19 aralığı, 2027 için yüzde 9 hedefiyle birebir örtüşüyor. Yani teklif, açıkça hedef enflasyona uyumlu. IMF’nin 2026 için yüzde 18,95, 2027 için yüzde 15,27’lik enflasyon tahminleri dikkate alındığında ise hükümetin teklifinin daha iyimser yerli tahminlere dayandığı görülüyor.

Memur-Sen cephesinde ise talepler çok daha yüksek. 2026 için yüzde 88, 2027 için yüzde 46 oranında artış isteyen konfederasyon, ayrıca taban aylıklara ek zam, kira yardımı ve refah payı talep ediyor. Bu noktada hükümetin teklifi ile sendikaların talebi arasında devasa bir fark bulunuyor. Eğer müzakereler 31 Ağustos’a kadar uzlaşmayla sonuçlanmazsa, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun vereceği karar bağlayıcı olacak.

Bu sürecin yalnızca memur maaşlarını değil, asgari ücret artışlarını da etkileme ihtimali gündemde. Ekonomi çevreleri, yılbaşında asgari ücrete yapılacak zammın da artık geçmiş enflasyona değil, 2026 hedef enflasyonuna göre belirleneceğini, bu nedenle artış oranının yüzde 19’u geçmeyeceğini öngörüyor. Böyle bir durumda, yalnızca 3,6 milyon aktif memur değil, 11,4 milyon SSK emeklisi, 2,9 milyon BAĞ-KUR emeklisi, 2,5 milyon memur emeklisi ve asgari ücretli milyonlarca işçi etkilenecek. Aile bireyleri de dahil edildiğinde, bu sistem değişikliğinden etkilenecek nüfusun 50-60 milyon arasında olacağı tahmin ediliyor.

Beklenen enflasyona endekslemenin artısı, fiyat artış beklentilerini çıpalayarak enflasyonla mücadelede Merkez Bankası’nın elini güçlendirmek. Ancak öte yandan, ücretlilerin ve emeklilerin alım gücü üzerindeki baskıyı artıracağı, özellikle düşük gelirli kesimin yaşam standartlarını daha da zorlayacağı yönünde güçlü endişeler var. Çünkü geçmiş enflasyona endeksleme, çalışan ve emeklilere en azından kayıplarını telafi etme olanağı sağlıyordu. Yeni sistemde bu koruma ortadan kalkacak ve enflasyon tahminleri ile gerçek enflasyon arasındaki fark doğrudan hane halkının cebinden çıkacak.

Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, özellikle de enerjide ithalata bağımlılık ve fiyat istikrarsızlığı devam ettiği sürece, hedef enflasyonun gerçek enflasyonla uyuşmama ihtimali yüksek. Moody’s’in öne sürdüğü şartlar uzun vadede makro istikrar için doğru olabilir; ancak kısa vadede gelir dağılımı adaletini zorlayacak bir tablo ortaya çıkarabilir.

Sonuç olarak, 2026’dan itibaren maaş ve ücret artışlarında “yeni bir dönemin” başlaması oldukça güçlü bir ihtimal. Bu dönüşüm, yalnızca bir ücret politikası değişikliği değil, aynı zamanda Türkiye’nin kredi notunu, makroekonomik istikrarını ve milyonlarca çalışanın gündelik yaşamını doğrudan etkileyecek stratejik bir adım olacak.