Batık Bir Hissenin Kıyısında: Yüzde 80’den Sonra Ne Yapmalı?

Bir hisse satın aldınız ve yüzde seksenden fazla zararda kaldınız ve onu iki yıldır sabırla tutuyorsunuz, peki bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

İki yıl. Yedi yüz otuz gün. Bir hisse senedine bu kadar uzun süre bakmak, her gün o kırmızı rakamları, o dipsiz görünen zararı görmek… Özellikle de o zarar yüzde seksenin üzerindeyse. İçinizde bir burukluk, belki bir öfke, ama çoğunlukla derin bir çaresizlik ve kararsızlık olmalı. “Sabırla tuttum” diyorsunuz. Bu sabır, bir yatırımcı disiplininden mi kaynaklandı, yoksa “bir gün düzelir” umudunun batağına saplanıp kalmaktan mı? Bu noktada, bu batık geminin kıyısında dururken, önünüzdeki yolu düşünmek için derin bir nefes almanın zamanı geldi. Artık sabrın ötesinde, soğukkanlı bir muhasebe ve stratejik bir karar anındasınız. Başlamadan hemen belirtmeliyim ki bu köşe yazısı bir yatırım tavsiyesi yada danışmanlık hizmeti değildir.

İlk adım, kendinize acımasızca dürüst olmak. Bu hisse neden bu kadar battı? Sektörünün mi dibi gördü? Şirketin temelleri mi çöktü? (Kâr raporları, borç durumu, yönetim değişiklikleri, rekabet gücü kaybı?) Yoksa genel piyasa koşulları mı vurdu ve bu hisse diğerlerinden çok daha fazla mı etkilendi? “Aldığım fiyata geri döner” umudu, genellikle tehlikeli bir kandırmacadır. Piyasa geçmiş fiyatları umursamaz. Gerçekleri masaya yatırın. Şirket bugün, şu an, yatırım yapmaya değer bir varlık mı? Geleceğe dair gerçekçi ve somut bir iyileşme planı, beklentisi var mı? Eğer temel analiz, şirketin artık bir “zombi” haline geldiğini, borçlarını çeviremeyeceğini veya sektördeki yerini tamamen kaybettiğini gösteriyorsa, acı gerçeği kabullenmek zorundasınız. Bu hisse, belki de bir zamanlar sahip olduğunuz o parlak şirket değil artık.

Bu noktada, en büyük psikolojik tuzak “Batık Maliyet Yanılgısı”dır. “Bu kadar kaybettim, şimdi satarsam kaybım kesinleşir, bekleyeyim belki kurtulurum” düşüncesi. Ancak şunu unutmayın: Hissedeki kaybınız, o parayı satış anında değil, hisse değer kaybettikçe zaten gerçekleşti. Hissedeki mevcut değer, artık portföyünüzdeki şu anki paranızdır. Kararınızı, bu mevcut paranızı en iyi nereye yönlendirebileceğinize dayandırmalısınız. Bu parayı, geleceği daha parlak gözüken başka bir yatırıma kaydırarak kazanma şansınız var mı? Yoksa bu batık gemide, umutsuzca “kurtarma” beklemeye devam mı edeceksiniz? Bu, “fırsat maliyeti”dir. Bu parayı bağlı tutmak, sizi başka fırsatları değerlendirmekten alıkoyuyor.

Peki, alternatifler neler? Birinci seçenek: Çıkış. Evet, satmak. Özellikle şirketin temelleri kalıcı olarak bozulmuşsa, sektör çöküşteyse veya geri dönüş için makul bir ışık görmüyorsanız. Bu, kaybı “realize” etmek demek, kabul. Ancak bu, kaybedilen paranın bir kısmını kurtarmak ve en önemlisi, bu parayı daha verimli kullanma özgürlüğünü elde etmek demektir. Bu karar, başarısızlığı kabul etmek değil, kaynakları doğru yönetmektir. İkinci seçenek: Tutmak. Ancak bu, “umutla beklemek” değil, bilinçli bir karar olmalı. Şirketin sağlam bir toparlanma planı olduğuna, sektördeki döngünün dibe vurup dönmeye başladığına, piyasa koşullarının değiştiğine dair güçlü kanıtlar görmelisiniz. Bu bekleyişin süresiz olmadığını, bir zaman çerçevesi veya bir “çıkış noktası” belirlemelisiniz. Üçüncü ve riskli seçenek: Ortalama Düşürmek. Bu, daha düşük fiyattan daha fazla hisse alarak maliyetinizi düşürmek. Ancak DİKKAT! Bu strateji, sadece ve sadece hissenin düşüş sebebinin geçici olduğuna ve şirketin uzun vadede güçlü olduğuna kesinlikle inanıyorsanız ve kaybı katlamayı göze alabiliyorsanız düşünülmelidir. %80 zarardaki bir hisseye daha fazla para koymak, bataklığa daha çok saplanmak anlamına gelebilir. Çok istisnai durumlar dışında genellikle tavsiye edilmez.

Karar vermeden önce, duygularınızdan arının. Öfke (“Şirkete kızgınım, satmayacağım!”), inat (“Aldığım fiyata çıkacak!”), korku (“Satarsam düzelirse?”), umut (“Mutlaka dönecek”)… Bunların hepsi mali kararlar için kötü danışmanlardır. Soğukkanlı bir şekilde portföyünüzün geneline bakın. Bu batık hisse, tüm yumurtalarınızı kırdığı bir sepete dönüştü mü? Portföy çeşitlendirmenizi bozuyor mu? Bu kadar büyük bir kayıp, sizi finansal hedeflerinizden saptırıyor mu? Risk toleransınızı aşıyor mu? Bu soruların cevabı genellikle “evet” ise, çıkış yapmak daha akılcı olabilir.

Sonuç olarak, %80’lik bir uçurumun dibinde iki yıl beklemek, zaten büyük bir sınavdı. Şimdi sıra, bu deneyimden ders çıkararak bir sonraki hamleyi yapmakta. Kararınız ister satmak, ister bilinçli olarak tutmak olsun, bu karar geleceğe dönük, verilere ve gerçekçi beklentilere dayalı, duygulardan arındırılmış bir stratejinin parçası olmalı. Bazen en büyük kazanç, daha büyük kayıplardan kaçınmaktır. Bu zorlu yolculuk, risk yönetiminin, disiplinin ve duygusal kontrolün ne kadar hayati olduğunu acı bir şekilde öğrettiyse, bu bile gelecekteki yatırımlarınız için değerli bir kazanımdır. Şimdi, gözlerinizi batık gemiden ayırıp, finansal limanınıza güvenli bir şekilde ulaşmanın yeni rotasını çizme zamanı. Güneşli limanlar, akılcı kararların peşinden gelir.