Enflasyonda Düşüş Sürerken Gerçekler Ne Anlatıyor?

Türkiye’de enflasyon verileri bir süredir düşüş eğiliminde. TÜİK’in Temmuz 2025 verilerine göre tüketici fiyat endeksi (TÜFE) aylık yüzde 2,06 arttı ve yıllık enflasyon yüzde 33,52’ye gerileyerek son 44 ayın en düşük seviyesine indi. Bu görünüm, enflasyonla mücadelede bir başarı öyküsü gibi okunabilir; ancak detaylara inildiğinde, ekonomideki zorlukların sadece rakamlarla açıklanamayacak kadar derin olduğunu görmek mümkün. Her şeyden önce, TÜİK’in verileri ile ENAG gibi bağımsız araştırma gruplarının verileri arasındaki fark hâlâ ciddi bir tartışma konusu. ENAG’a göre temmuzda aylık enflasyon yüzde 3,75, yıllık enflasyon ise yüzde 65,15 olarak gerçekleşti. Bu iki veri seti arasındaki fark, toplumda hem veriye hem kuruma olan güveni zedeleyebiliyor.

Enflasyonda son 14 aydır kesintisiz süren düşüşün temelinde baz etkisi yatıyor. Geçen yılın yüksek enflasyon oranlarının bu yıl daha düşük oranlarla yer değiştirmesi, yıllık enflasyonun düşmesini sağlıyor. Ancak bu düşüş, fiyatların artmadığı anlamına gelmiyor. Temmuz ayında konut grubundaki yüzde 5,78’lik artış, manşet enflasyona tek başına yaklaşık 1 puan katkı yaptı. Aylık enflasyonun neredeyse yarısı yalnızca konut fiyatlarından kaynaklandı. Bu durum, özellikle kiracılar için enflasyonun istatistiklerden çok daha yüksek hissedildiğini ortaya koyuyor. Konutu sırasıyla alkollü içecekler, haberleşme ve ulaştırma takip ederken, tek düşen harcama grubu yüzde 5,82’lik gerilemeyle giyim ve ayakkabı oldu.

Yıllık bazda ise en yüksek artış yüzde 75,54 ile eğitimde gerçekleşti. Eğitim harcamalarının endekste yalnızca yüzde 2,31 ağırlığa sahip olması nedeniyle manşet enflasyona etkisi sınırlı kalırken, halkın hissettiği maliyet artışı oldukça yüksek. Benzer şekilde, gıda fiyatları son aylarda daha yatay seyretse de yıllık bazda yüzde 27,95’lik bir artış söz konusu. Gıda, konut ve ulaştırma gibi temel ihtiyaç grupları, yıllık enflasyona toplamda 20 puanı aşkın katkı yaptı. Bu da enflasyonun halkın günlük yaşamına en fazla temas eden kalemlerden beslendiğini gösteriyor.

Kira artışlarındaki tavan uygulamasının sona ermesiyle birlikte, on iki aylık ortalama enflasyon yeniden kira zamlarında belirleyici hale geldi. Temmuz sonu itibarıyla bu oran yüzde 41,13 oldu. Bu da enflasyonun düşüş eğilimine rağmen, kira kaleminin hâlâ çok yüksek seyretmeye devam ettiğini ve bu durumun konut kaynaklı enflasyon baskısını sürdürdüğünü işaret ediyor. Kira artışlarındaki bu direnç, özellikle büyük şehirlerde dar gelirli kesimlerin barınma kriziyle yüzleşmesine neden oluyor.

Üretici fiyat endeksi (ÜFE) tarafında da enflasyon sınırlı da olsa varlığını sürdürüyor. Temmuzda ÜFE yüzde 1,73 arttı, yıllık bazda yüzde 24,19 olarak gerçekleşti. Sanayi sektörlerinde en fazla artış su temininde ve madencilikte yaşanırken, imalat ve enerji kalemleri de fiyat artışlarına devam etti. Bu da önümüzdeki aylarda üretim maliyetlerinin tüketici fiyatlarına yeniden yansıyabileceğini gösteriyor. ÜFE-TÜFE farkı daralmış görünse de üretim zincirindeki baskı tamamen ortadan kalkmış değil.

Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini olan yüzde 24, mevcut gidişatla yakalanması zor görünse de üst band olan yüzde 29’un altında kalma ihtimali artmış durumda. İlk yedi ayda gerçekleşen enflasyon, kalan beş ayda ortalama aylık yüzde 0,81’lik artışla hedefin yakalanabileceğini gösteriyor. Ancak her ay bu düzeyde düşük artışların gerçekleşmesi piyasa koşullarında pek olası değil. Dolayısıyla üst bandın tutturulması daha gerçekçi bir hedef olarak öne çıkıyor.

Tüm bu veriler, teknik olarak enflasyonda düşüş eğilimi olduğunu ortaya koyarken, halkın yaşadığı ekonomik gerçeklikle bu tablonun tam olarak örtüşmediğini de gösteriyor. Özellikle konut, gıda ve ulaştırma gibi kalemlerdeki fiyat artışları, sabit gelirlilerin alım gücünü eritmeye devam ediyor. Enflasyon düşse de pahalılık algısı azalmak bir yana, kökleşiyor. Bu durum, istatistiklerle ekonomi arasındaki mesafenin yalnızca rakamlarla değil, toplumsal gerçeklikle de ölçülmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor.

Enflasyon verilerindeki teknik iyileşmeler, ancak halkın günlük yaşantısında hissedilir bir rahatlamaya dönüşürse anlamlı hale gelir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde fiyat istikrarı kadar, hayat pahalılığıyla mücadele ve gelir dağılımının düzeltilmesi de ekonomi politikalarının önceliği olmalıdır. Aksi takdirde, düşen enflasyon oranları yalnızca kağıt üzerindeki bir başarı olarak kalır.