Ekonominin üretim kanalları darboğazda. Reel sektördeki binlerce işletme, çarkları döndürmek bir yana, hayatta kalma savaşı veriyor. Enflasyonla mücadele kapsamında sıkı para politikaları uygulanırken, bu sürecin belki de en yıkıcı etkisi finansmana erişimdeki tıkanıklıkla kendini gösteriyor. Bankalar kredi musluklarını kıstı, faizler tarihi seviyelere çıktı, teminat şartları ağırlaştı. Tüm bunların sonucu olarak şirketler, adeta oksijensiz kalmış bir hasta gibi kıvranıyor. Ekonomik büyümenin lokomotifi olan özel sektör için artık en temel ihtiyaç haline gelen “nakit akışı”, bugün pek çok firma için ulaşılması zor bir lükse dönüşmüş durumda.
Geçmişte krediyle dönen pek çok işletme için bu yeni dönem, eski düzenin sonu anlamına geliyor. Özellikle KOBİ’ler, artan faiz yüküyle baş edemiyor; bankaların daha seçici hale gelmesi, risk iştahının düşmesi, kredi hacmini daraltıyor. Üstelik yalnızca faiz oranları değil, krediye ulaşma sürecindeki bürokrasi, istenen ek teminatlar ve limit sınırlamaları da firmaların elini kolunu bağlıyor. Bugün piyasada iş yapabilecek potansiyele sahip birçok girişimci, sadece işletme sermayesine ulaşamadığı için kepenk kapatmanın eşiğinde. Yatırım yapmak bir yana, çalışan maaşlarını ödemek, stok çevrimini sürdürmek bile artık başlı başına bir mücadeleye dönüşmüş durumda.
Sanayi ve ticaret dünyasında bu sıkışma zincirleme bir etki yaratıyor. Bir firma üretimi durdurduğunda yalnızca kendi çalışanlarını değil, bağlı olduğu tedarikçileri, lojistikçileri, taşeronları da olumsuz etkiliyor. Bu da ekonominin tüm çarklarının daha yavaş dönmesine, iç talebin daralmasına ve vergi gelirlerinin düşmesine neden oluyor. Öte yandan kayıt dışına kaçış, çek-senet sorunları ve gayriresmi borçlanma gibi riskli alanlar yeniden yükselişe geçiyor. Bu da hem güven ortamını hem finansal sistemi tehdit ediyor.
Büyük ölçekli firmalar dahi bu krizden muaf değil. Kurumsal şirketler bile uzun vadeli finansman planlarını rafa kaldırmış durumda. Uluslararası piyasalarda fon bulmak zorlaşırken, içerideki maliyetler karşılanamaz seviyelere ulaştı. Her ne kadar bazı sektörler ihracatla bu baskıyı hafifletmeye çalışsa da, kur baskısı ve dış talepteki daralma bu alanın da etkisini sınırlıyor. Özellikle inşaat, otomotiv yan sanayi, tekstil ve gıda sektörlerinde ciddi bir finansal daralma yaşandığı açıkça görülüyor.
Bu kriz yalnızca özel sektörün sorunu olarak görülemez. Finansmana erişim sorunu sürdüğü müddetçe ekonomi genelinde üretim yavaşlar, istihdam azalır, bütçe dengeleri bozulur. Merkez Bankası’nın ve ekonomi yönetiminin sıkı para politikasını sürdürmesinin nedenleri elbette anlaşılabilir. Ancak bu sıkılaştırma politikası, reel sektörü tamamen boğmamalı. Aksi takdirde kontrol altına alınmaya çalışılan enflasyon, arz tarafındaki daralma nedeniyle yapışkan hale gelebilir. Ayrıca finansal sistemdeki kredi daralması, uzun vadede yatırımları baltalayarak potansiyel büyümeyi de törpüler.
Bu noktada yapılması gereken, kaynakların daha verimli ve hedefli kullanılmasıdır. Stratejik sektörler için kredi destek mekanizmaları yeniden ele alınmalı, KOBİ’lere özel finansman çözümleri sunulmalı, kamu bankaları kısa vadeli değil, kalıcı çözümlerle devreye girmelidir. Ayrıca alternatif finansman kaynaklarının —örneğin faktoring, girişim sermayesi, fintek çözümleri— daha yaygın hale getirilmesi teşvik edilmelidir. Finansal okuryazarlık ve kredi değerlendirme süreçlerinde reform şarttır.
Krediye ulaşamayan bir ekonomi, tıpkı kana ulaşamayan bir bedene benzer. Bugün reel sektörün ihtiyacı olan şey sadece düşük faiz değil, erişilebilir ve sürdürülebilir finansmandır. Çünkü üretmeden, yatırmadan, istihdam yaratmadan büyümenin mümkün olmadığı artık açıkça görülmelidir. Şirketlerin nefes alması yalnızca onların değil, ülke ekonomisinin tamamının hayatta kalması anlamına gelir. Bu yüzden bu kriz, görmezden gelinecek bir detay değil; doğrudan ekonomik istikrarın kalbinde duran bir yapısal meseledir.




