Ekonomik göstergeler bazen yanıltıcı olabilir. Borsa rekor kırarken ya da makro veriler görece olumlu seyrederken, sahada bambaşka bir tablo yaşanıyor olabilir. Son dönemde konkordato ilan eden firma sayısındaki dikkat çekici artış, işte tam da böyle bir çelişkiyi gözler önüne seriyor. Reel sektörde çarklar dönmekte zorlanıyor, işletmeler ayakta kalmak için hukuki koruma arayışına giriyor. Peki bu tablo bize ne anlatıyor? Konkordato verileri, yaklaşan bir krizin habercisi mi, yoksa daha derin yapısal sorunların yüzeye çıkması mı?
Konkordato, iflasın eşiğine gelen şirketlerin borçlarını yapılandırmak için mahkemeden talep ettikleri bir koruma sürecidir. Aslında hukuki bir nefes alma alanı sunar. Ancak bu başvuruların topluca artması, ekonomik zeminde ciddi bir sarsıntının başladığını işaret eder. 2024 sonu itibarıyla konkordato talep eden şirket sayısında yaşanan sıçrama, özellikle KOBİ’lerin içinde bulunduğu finansal darboğazı gözler önüne seriyor. Enerji, inşaat, tekstil ve perakende gibi emek yoğun sektörlerde yaşanan başvurular ise daralmanın sadece belli alanlarla sınırlı kalmadığını, genel bir zayıflamanın yaşandığını gösteriyor.
Artan konkordato taleplerinin arkasında yatan nedenler çok katmanlı. İlk olarak yüksek faiz ortamı işletmelerin krediye erişimini zorlaştırıyor. Bankalar kredi musluklarını kısarken, mevcut borç yükü giderek daha taşınamaz hale geliyor. Üretici enflasyonunun hâlâ yüksek seviyelerde seyretmesi, girdi maliyetlerini kontrolsüz biçimde artırıyor. Buna karşılık talepteki zayıflama ve iç piyasada alım gücünün daralması, işletmeleri fiyatlama konusunda sıkıştırıyor. Sonuçta maliyetler artarken gelirler düşüyor ve bu denge kırıldığında işletmelerin iflas sarmalına girmesi kaçınılmaz hale geliyor.
Diğer yandan döviz kurlarındaki istikrarsızlık ve dış ticaretteki belirsizlikler, ihracatçı firmaları da etkiliyor. Özellikle Avrupa pazarındaki durgunluk, Türk üreticisinin dış talep tarafında da zorlanmasına neden oluyor. Bu koşullar altında, daha fazla firma konkordato ilan ederek zamana oynuyor; ancak bu durum yapısal sorunları çözmekten çok, krizleri ertelemeye yarıyor. Öyle ki, bu tür koruma süreçlerinin kötüye kullanım riskini de unutmamak gerekir. Mali tabloları sürdürülemez hale gelen bazı firmalar, konkordatoyu geçici bir kurtuluş kapısı değil, ticari etik dışı bir strateji olarak görebiliyor.
Bu tablo, yalnızca özel sektörde değil, ekonomi yönetimi açısından da ciddi uyarılar içeriyor. Sürdürülebilir bir büyüme hedefleniyorsa, üretim yapan, istihdam sağlayan firmaların ayakta kalmasını sağlayacak makro politikaların önceliklendirilmesi şart. Aksi halde konkordato bir dalga olmaktan çıkıp, bir tsunamiye dönüşebilir. Sektörel destek programlarının kapsamlı ve denetimli şekilde yürütülmesi, finansmana erişimde adil mekanizmaların kurulması ve vergisel yüklerin dengelenmesi, bu süreci yönetmek adına hayati önemdedir.
Unutmamak gerekir ki reel sektör, bir ülkenin ekonomik bel kemiğidir. Üreten, istihdam yaratan, ihracat yapan işletmelerin birer birer konkordato ilan etmesi yalnızca iş dünyasının değil, tüm toplumun refahını tehdit eden bir sorundur. Her konkordato ilanı, yalnızca bir şirketin değil, onlarca tedarikçinin, yüzlerce çalışanın ve binlerce müşterinin de belirsizliğe sürüklendiği bir süreci başlatır.
Bugün konkordato ilanları bir istatistik gibi görünüyor olabilir. Ancak her sayı, arkasında bir işletmenin hayatta kalma mücadelesini, bir ailenin geçim derdini ve bir toplumun ekonomik dengesini temsil ediyor. Bu nedenle konkordato verilerine soğuk bir istatistik tablosu olarak değil, ekonomik sağlığımızın nabzı olarak bakmalıyız. Ve o nabız, şu an hiç de sağlıklı atıyor gibi görünmüyor.








