Türkiye’nin Yeni Küresel Konumu

Küresel ticaret savaşlarının yeniden şekillendirdiği dünya ekonomisinde Türkiye, güçlü enerji altyapısı, stratejik coğrafyası ve yeniden yapılandırdığı ekonomik politikalarıyla dikkat çeken bir oyuncu olarak öne çıkıyor. Uluslararası kurumların Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerinde artık yalnızca ekonomik veriler değil, stratejik tutarlılık ve öngörülebilirlik de belirleyici oluyor. Kusursuzluk değil, sürdürülebilirlik ve kararlılık aranıyor. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’nin son dönemde izlediği politikaların uluslararası camiada yeniden olumlu değerlendirmelere konu olması şaşırtıcı değil.

2000’li yılların aksine, bugün enerji krizi büyük ölçüde aşılmış durumda. O dönem, sınırlı enerji kaynaklarıyla sürdürülebilir olmayan bir büyüme hedeflenmişti. Ancak bu kez, daha sağlam bir altyapı, çeşitlendirilmiş enerji kaynakları ve dijital dönüşüm ekseninde bir sanayi stratejisi yürürlüğe konmuş durumda. Fonlama koşullarının değiştiği bir çağda, çevresel duyarlılık, eşitlikçilik ve sürdürülebilirlik gibi kriterler yatırım kararlarını belirliyor. Türkiye bu yeni paradigma içinde yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Büyüme dinamiklerinde ise dengeli bir dönüşüm yaşanıyor. İç talepteki yavaşlamaya karşılık, dış talep yeniden ekonominin itici gücü haline geliyor. Özellikle savunma sanayi, dış pazarlarda Türkiye’yi öne çıkaran bir unsur olmaya başladı. Almanya’nın savunma bütçesindeki artış, Aselsan gibi şirketler üzerinden Türkiye’ye olumlu yansırken, LNG altyapısına yapılan yatırımlar da enerji sektöründe yeni iş birlikleri için fırsatlar doğuruyor. Avrupa kimya sanayiinin yeniden yapılandırılması çabaları da Türkiye’nin makine, kimya ve teçhizat sektörleri için yeni ihracat kapıları anlamına geliyor. Sınai üretimin trend büyümesine dönüş sinyalleri, 2026 itibarıyla dış ticarette ciddi sıçramaların habercisi olabilir.

Ticaret savaşları da Türkiye’ye yeni fırsat kapıları açıyor. ABD Başkanı Trump’ın yüzde 15’lik gümrük tarifesini “yeni normal” ilan etmesi ve Türkiye’nin bu eşiğe dahil edilmesi, ülkenin rekabet gücünü artıran önemli bir gelişme. Asya ülkelerine uygulanan daha yüksek tarifelerle karşılaştırıldığında Türkiye, ABD pazarı için stratejik ve avantajlı bir tedarikçi haline geliyor. Bu durum, sadece ekonomi için değil, diplomasi için de önemli bir kaldıraç işlevi görüyor.

İç talepten kaynaklanan büyümenin 2026 ortasına kadar sınırlı kalacağı öngörülse de, dayanıklı tüketim mallarında toparlanma sinyalleri artıyor. Özellikle beyaz eşya ve otomotiv gibi sektörlerde kredi maliyetlerinin düşmesiyle birlikte canlanma yaşanabilir. Motor teknolojilerindeki dönüşümle birlikte otomotiv sektöründe farklı tüketici segmentleri oluşurken, sarf malzemeleri üretiminde de istikrarlı bir artış eğilimi dikkat çekiyor. Gıda ve kişisel bakım ürünlerine yönelik güçlü talep, üretim sürekliliğini destekleyen küresel deflasyonist trendlerle birleştiğinde, bu alandaki yatırımların artmasına yol açabilir.

Finansman maliyetleri açısından ise Türkiye lehine gelişmeler yaşanıyor. İsviçre Merkez Bankası’nın faizleri sıfırlaması, Avrupa Merkez Bankası’nın 2026’da benzer bir hamle yapma ihtimali, dış kaynak maliyetlerini aşağı çekiyor. ABD’de Jerome Powell’ın görev süresinin dolmasının ardından Trump’ın faizleri yüzde 1 seviyesine indirme hedefi, Fed’in daha hızlı adım atacağına dair beklentileri artırıyor. Bu süreç, Türkiye gibi gelişen ekonomiler açısından daha ucuz borçlanma anlamına geliyor. Euro-dolar paritesinde 1,15-1,20 bandının korunması, Türk ihracatçısı için pozitif bir senaryo sunarken, ECB’nin olası müdahaleleri bu dengenin korunmasına hizmet edebilir. Doların uluslararası kullanımı artabilir ancak bu, reel anlamda bir değerlenme anlamına gelmeyeceği için Türkiye açısından risk yaratmıyor.

Gelişmiş ülkelerdeki kamu borcu sorunları da Türkiye’ye dolaylı avantajlar sunuyor. ABD’nin bütçesinin önemli bir kısmı faiz ödemelerine ayrılmışken, İngiltere, Japonya ve Fransa gibi ülkeler de benzer mali baskılarla karşı karşıya. Bu durum, gelişmiş ekonomilerde faizlerin kısa vadede aşağı yönlü olacağını gösteriyor. Sonuç olarak yatırımcıların risk algısı gelişen ülkeler lehine kayarken, Türkiye’nin borçlanma maliyetleri azalabilir, varlıklarına olan ilgi artabilir.

Türkiye artık sadece üretim hacmiyle değil, stratejik esnekliği, diplomatik manevra kabiliyeti ve ekonomik dönüşüm vizyonuyla da küresel denklemde güçlü bir pozisyon elde etme sürecinde. Ticaret savaşlarının kazananı olmak, sadece dış koşullara değil, içerdeki yapısal reformlara da bağlı. Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar var; bu fırsatları değerlendirmek ise istikrarlı, rasyonel ve kararlı bir ekonomi politikasıyla mümkün olacak.