Türkiye ekonomisinin son birkaç on yıldaki serüvenine bakıldığında, büyüme performansı dönemsel olarak dalgalansa da, bu büyümeyi finanse eden kaynakların niteliği daha derin bir sorgulamayı hak ediyor. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’ye büyük miktarda yabancı sermaye girişi yaşandı. Ancak bu girişlerin önemli bir kısmı doğrudan yatırımlardan ziyade kısa vadeli finansal sermaye hareketleri, yani “sıcak para” oldu. Kısa vadeli getiri peşindeki bu sermaye türü, başlangıçta döviz bolluğu ve ucuz finansman sağlasa da, uzun vadede ekonomiyi kırılgan ve dış şoklara açık hale getirdi.
Sıcak para girişleri, çoğu zaman yerel para biriminin yapay biçimde değer kazanmasına yol açar. Bu durum, ithalatı ucuzlatırken ihracatı pahalı hale getirerek üretici kesimi zora sokar. Türkiye gibi sanayileşme sürecini tamamlamamış, katma değeri düşük üretim yapısına sahip bir ülkede bu tablo dış ticaret açığını artırır. Dış açıkların finansmanı da yeniden dış borçlanmaya ve daha fazla sıcak para girişine dayanır. Böylece ekonomi, bir kısır döngü içine girer: büyümek için sıcak paraya ihtiyaç duyar, ama bu bağımlılık büyümeyi yapısal olarak sürdürülemez hale getirir.
Sıcak para, esasen kısa vadeli kazançları hedefler. Türkiye gibi yüksek faiz ve kur avantajı sunan ülkeler bu sermaye için cazip bir durak olur. Ancak küresel ölçekte faizlerin yükselmesi, yatırımcıların risk algısının değişmesi ya da siyasi belirsizlikler gibi faktörler bu sermayenin bir anda ülkeyi terk etmesine neden olabilir. Bu tür ani sermaye çıkışları, döviz kurlarında sert artışlara ve finansal piyasalarda çalkantılara yol açar. Türkiye, 2018 krizi ve sonrasında yaşanan kur şoklarında bu tür sermaye hareketlerinin etkisini açık şekilde yaşamıştır.
Ekonominin sıcak para girişine bağımlı hale gelmesi, sadece finansal istikrar açısından değil, aynı zamanda yapısal dönüşümün gecikmesi açısından da ciddi sorunlar yaratır. Kolay yoldan finansman bulabilen bir ekonomi, üretim kapasitesini artıracak, teknoloji yatırımlarını teşvik edecek, verimliliği yükseltecek adımları ikinci plana atma eğiliminde olur. Bu da uzun vadeli büyümenin niteliğini zayıflatır. Sıcak parayla sağlanan büyüme rakamsal olarak yüksek görünse de, istihdam yaratmaz, gelir dağılımını düzeltmez ve sanayi altyapısını güçlendirmez.
Türkiye’nin ekonomik yapısında sıcak para bağımlılığına son verebilmesi için öncelikle dışa bağımlı büyüme modelinden çıkması gerekir. Yerli üretimi destekleyen, yüksek katma değerli sektörleri önceliklendiren, teknolojik yatırımları teşvik eden bir kalkınma stratejisi bu sürecin temelidir. Ayrıca mali disiplinin yeniden tesisi, öngörülebilir ve şeffaf para politikaları, kurumsal bağımsızlık ve hukukun üstünlüğü gibi unsurlar da doğrudan yatırımcının güvenini kazanmak açısından kritik önemdedir.
Bugün yaşanan ekonomik sıkıntıların temelinde, yapısal reformların uzun süre ertelenmesi, sıcak parayla sağlanan geçici rahatlamaların kalıcı başarılar gibi algılanması yatmaktadır. Oysa gerçek başarı, dış finansmana bağımlılığı azaltarak kendi dinamikleriyle büyüyebilen, krizlere karşı daha dayanıklı bir ekonomik yapı inşa edebilmektir. Bu da ancak siyasi irade, toplumsal uzlaşı ve uzun vadeli bir kalkınma vizyonuyla mümkündür.
Kısacası, sıcak para bağımlılığı Türkiye’nin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal geleceğini de ilgilendiren çok boyutlu bir sorundur. Bu sorunu aşmak, günü kurtarmakla değil; geleceği planlamakla, üretimi merkeze alan bir model inşa etmekle mümkündür. Gerçek çözüm, dışarıdan gelen geçici sermayeye değil, içeride yaratılan kalıcı değere dayanmalıdır.










