Sıcak Para, Sıcak Gündem: Sermaye Nereye Koşuyor?

Ekonomi sayfalarının kıyısından köşesinden sızan, borsa ekranlarında anlık dalgalanmalara sebep olan, merkez bankalarının açıklamalarıyla birden yön değiştiren görünmez bir rüzgar dolaşıyor küresel piyasalarda. Adı: Sıcak Para. Kısa vadeli, spekülatif, yüksek getiri peşinde koşan ve bir ülkeden diğerine hızla akabilen bu sermaye, modern finans dünyasının en hareketli ve en kırılgan unsurlarından biri. Gündemi de en az kendisi kadar sıcak bir şekilde meşgul ediyor. Peki, bu kaygan zemin üzerinde sermaye gerçekten nereye koşuyor? Cevap, sandığımızdan daha karmaşık ve sürekli değişken.

Sıcak paranın temel itici gücü, basitçe söylemek gerekirse, “risk- getiri” dengesidir. Yatırımcılar, fon yöneticileri, büyük bankalar ellerindeki muazzam likiditeyi, en kısa sürede en yük kârı elde edebilecekleri limana yönlendirirler. Bu limanın coğrafyası ise sürekli değişir. Bugün bir ülkenin faiz oranları cazip görünür, yarın bir diğerinde siyasi istikrar umut verici bir tablo çizer, öbür gün bir başkasında döviz kurundaki hareketlilik arbitraj fırsatları sunar. Sermaye, bu sinyalleri saniyeler içinde okuyan algoritmalar ve çevik fon yöneticileri tarafından yönlendirilir, adeta bir sürü halinde hareket eder. Bu hareketin yönü, küresel ekonomik rüzgarların estiği yöndedir aslında.

Günümüzün en belirleyici küresel rüzgarı şüphesiz ki büyük merkez bankalarının, özellikle de Amerikan Merkez Bankası’nın (Fed) para politikaları. Fed faiz artırdığında, dolar cinsi varlıkların getirisi artar. Bu, dünyanın dört bir yanındaki sıcak paranın ABD’ye doğru akmasına yol açar. Dolar güçlenir, diğer para birimleri değer kaybeder. Tam tersi olduğunda, Fed faiz indirip parasal genişlemeye gittiğinde, düşük faiz ortamında daha yüksek getiri arayan sermaye, “yükselen piyasa” diye tabir edilen ekonomilere akın eder. Bu ülkelerde borsalar yükselir, yerel para birimleri değer kazanır, ancak aynı zamanda bu sermaye girişi kontrol edilmezse enflasyon ve varlık balonları gibi riskleri de beraberinde getirir. Yani sermayenin koştuğu yön, büyük ölçüde Washington DC’deki Jackson Hole toplantılarından veya FOMC açıklamalarından çıkan mesajlara bağlıdır.

Ancak, faiz tek belirleyici değil. Sermayenin koştuğu yolu etkileyen bir diğer kritik faktör risk algısıdır. Siyasi istikrarsızlık, seçim belirsizlikleri, jeopolitik gerilimler (savaşlar, ticaret savaşları), ekonomik kriz işaretleri (yüksek enflasyon, bütçe açıkları, cari açık) sıcak para için kırmızı alarmdır. Bu tür riskler ortaya çıktığında, sıcak para sürüleri panik içinde daha “güvenli liman” olarak görülen ülkelere (genellikle ABD, İsviçre, Japonya gibi gelişmiş ekonomilere veya altın gibi emtiaklara) kaçar. Bu ani çıkışlar, terk edilen ülkelerde döviz kurlarında şiddetli yükselişlere, borsalarda çöküşlere, faizlerin zorunlu artışına ve ekonomide ciddi sarsıntılara yol açabilir. “Sermaye kaçışı” denen bu olgu, özellikle dış finansmana bağımlı, kırılgan ekonomiler için bir kabustur.

Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalar, sıcak paranın bu ikili doğasıyla sürekli iç içe yaşar. Yüksek faiz, büyüme potansiyeli, genç nüfus gibi faktörlerle cazip bir hedef olabilirken, kronik enflasyon, dış açıklar, siyasi gerilimler ve kur riski gibi faktörlerle de ani sermaye çıkışlarına açık bir hedef haline gelebilir. Burada “sermaye nereye koşuyor?” sorusunun cevabı, genellikle “risk iştahına” bağlıdır. Küresel piyasalarda iyimserlik hakimse ve risk alınabiliyorsa, Türkiye gibi yüksek getiri vaat eden pazarlara akış olur. Risk iştahı azalıp, belirsizlik arttığında ise bu sermaye hızla geri çekilir, yerel para üzerinde baskı oluşturur ve ekonomi yönetimini zor durumda bırakır. Bu kırılgan denge, ekonomik politikaların sadece iç dinamiklerle değil, küresel rüzgarların sürekli gözetilerek belirlenmesini zorunlu kılar.

Peki, bu koşuşturmanın sonu nereye varacak? Sermayenin kalıcı bir “vatanı” var mı? Gerçek şu ki, sıcak paranın doğası gereği kalıcı bir yuvası yoktur. O, sürekli hareket halinde olan, en ufak bir fırsat veya tehdit sinyalinde rotasını değiştiren bir gezgindir. “Nereye koşuyor?” sorusunun cevabı da bu nedenle anlık ve geçicidir. Bugün teknoloji hisselerine koşan sermaye, yarın emtia fiyatlarındaki bir artışla tarımsal ürünlere yönelebilir. Bir ülkenin reform açıklamasıyla gelen para, komşu ülkede patlak veren bir krizle ertesi gün orayı terk edebilir.

Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, bu sermaye hareketlerinin reel ekonomi üzerindeki etkisidir. Sıcak para girişleri, kısa vadede döviz bolluğu, ucuz kredi ve borsalarda canlılık yaratsa da, bu genellikle yapay ve sürdürülebilir olmayan bir refahtır. Ani çıkışlar ise ekonomiyi derinden sarsabilir. Dolayısıyla, sağlıklı bir ekonomi için asıl odaklanılması gereken, spekülatif sıcak paraya bağımlılığı azaltmak, doğrudan yabancı yatırımları (FDI) çekmek, tasarrufları artırmak ve üretken yatırımları teşvik etmek olmalıdır. Bu, sermayenin koşuşturmasına daha az maruz kalmak, daha istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme yoluna girmek demektir.

“Sermaye nereye koşuyor?” sorusu, finans dünyasının nabzını tutan bir soru olarak hep gündemde kalacak. Ancak, bu koşuşturmanın arkasındaki küresel dinamikleri, risk algılarını ve temel ekonomik göstergeleri anlamak, sadece piyasa oyuncuları için değil, politika yapıcılar ve ekonomik geleceğimizle ilgilenen herkes için hayati önem taşıyor. Belki de asıl sormamız gereken, sermayenin nereye koştuğundan ziyade, bizim onun bu uçucu ve bazen yıkıcı dansına ne kadar bağımlı kalmak istediğimiz ve onun yerine ekonomimizi nasıl daha dayanıklı temeller üzerine inşa edebileceğimizdir. Zira sıcak para gelir ve gider; geriye kalan, onun geçişinin bıraktığı enkaz ya da -nadiren- fırsatlardır. Tercih, bize ait.