Her dönemin yatırımcıya sunduğu şartlar farklıdır. Bu şartlar, yatırım stratejilerinin de değişmesini zorunlu kılar. Ancak yatırımda doğru ya da yanlışın tek bir tanımı yoktur. Asıl doğru olan, yatırımcının kendi psikolojisini, risk iştahını ve bilgi seviyesini tanıyarak, kendisine en uygun stratejiyi benimsemesidir. Özellikle hisse senedi gibi oynaklığı yüksek enstrümanlar, bazı bireyler için uygun olmayabilir. Gün içindeki değer kayıplarını görmeye bile tahammül edemeyen, bankacılık uygulamasında yüzde eksi rakamlarla karşılaşınca psikolojik olarak zorlanan bireyler için, hisse senedi yatırımı sadece maddi değil, mental risk de barındırır. Elbette bu tercih, onları dönemsel olarak yüksek getirilerden mahrum bırakabilir. Ancak nihayetinde yatırımın ilk amacı, kişinin huzurunu bozmadan birikimini büyütmektir.
Son iki yılın yatırım iklimine baktığımızda ise çok net bir tabloyla karşılaşıyoruz: Türkiye’de yatırımın merkezine faiz yerleşmiş durumda. Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan sıkı para politikası, faizleri ekonomi politikasının ana silahı haline getirdi. Aynı dönemde kur artış hızının da sınırlı tutulması, yatırım araçları arasında görece daha düşük riskli olan TL cinsi faizli ürünlerin cazibesini artırdı. Bu dönemin yatırım denklemine rakamlarla bakalım: Son bir yılda dolar %22 yükselmiş, enflasyon %35 civarında gerçekleşmiş. Buna karşılık, vadeli mevduatlar %50’nin, para piyasası fonları ise %60’ın üzerinde getiri sağlamış. Denklem çok net: faiz > enflasyon > döviz.
Bu tablo doğal olarak diğer yatırım araçlarını zorlamış durumda. Çünkü yüksek faiz, piyasadaki likiditenin yönünü belirliyor. Hisse senedi, kripto para, altın ya da konut gibi alternatifler, ancak likiditenin uygun fiyatlı olduğu dönemlerde parlamaya başlar. Bugünse kredi faizleri yüksek, mevduat cazip. Bu koşullarda, sermaye piyasalarına yönelen para kısıtlı kalıyor. Nitekim BIST 100 endeksi son bir yılda %4’ten fazla değer kaybetti. Aynı dönemde konut fiyatları %32 artış gösterdi; bu, enflasyonun altında bir getiri gibi görünse de kira geliriyle birlikte değerlendirildiğinde daha makul bir tablo sunuyor.
Yine de bazı yatırımcılar borsa cephesinde yaşanan dalgalanmalara rağmen, “doğru hisseleri seçerek” getiri elde etmenin mümkün olduğunu savunuyor. Bu argüman, teoride geçerli olsa da pratikte herkes için uygulanabilir değil. Çünkü borsa yatırımı bilgi, deneyim ve zaman gerektiriyor. Ayrıca, piyasa rüzgârının ters estiği dönemlerde en iyi yatırımcılar bile sınırlı başarı elde edebiliyor. Fon performansları bu gerçeği net şekilde ortaya koyuyor. Türkiye’nin en iyi analistleri tarafından yönetilen hisse senedi yoğun fonların yarısı son bir yılda zarar yazdı. En iyi performans gösteren fon bile %28 getiri sağladı ki bu, hem enflasyonun hem de mevduat faizinin altında kalan bir seviye.
Bu verilerden çıkan sonuç basit ama önemli: Eğer ortam uygun değilse, ne kadar iyi strateji uygularsanız uygulayın, sonuçlar sınırlı kalabilir. Dolayısıyla zamanın ruhunu iyi okumak gerekiyor. Şu an o ruh, yatırımcıya “korumacı ol, faizi dikkate al” diyor. Elbette bu döngü sonsuza kadar sürmeyecek. Faizlerin düşüşe geçmesiyle birlikte borsada ve diğer riskli varlıklarda yeniden fırsatlar doğacaktır. Ancak bu geçişin zamanlaması da önem taşıyor. Mevcut görünüme göre bu dönüşüm, yılın son çeyreğinden önce pek olası görünmüyor.
Yatırımcılar için en sağlıklı yaklaşım, hem kendi psikolojilerini hem de piyasa gerçeklerini aynı çerçevede değerlendirebilmek. Hangi enstrümana yatırım yapılırsa yapılsın, onun dinamiklerini ve risklerini anlamadan yapılan her hamle, uzun vadede zarar doğurabilir. Bugünün şartlarında sade ve sürdürülebilir bir strateji izlemek, gelecekte daha güçlü fırsatlar için zemin hazırlamak anlamına gelir. Yatırımda bazen kenarda durmak da bir stratejidir.










