Bugün Girdi, Yarın Çıktı: Yabancı Sermayeye Ne Kadar Güvenebiliriz?

Küreselleşmenin derinleştiği, sermaye hareketlerinin sınır tanımadığı bir çağda, yabancı sermaye gelişmekte olan ülkeler için hem büyük bir fırsat hem de ciddi bir risk kaynağıdır. Bir ülkeye giren yabancı para, yatırım, istihdam, teknoloji transferi ve ekonomik büyüme gibi olumlu sonuçlar doğurabilir. Ancak bu sermayenin doğası gereği kâr odaklı ve kısa vadeli olması, ekonomik istikrar açısından önemli kırılganlıklar yaratabilir. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, uzun yıllardır yabancı sermaye çekmeyi öncelikli hedeflerden biri olarak görmektedir. Ancak akla gelen temel soru şudur: “Bugün girip yarın çıkabilen” bu sermayeye ne kadar güvenebiliriz?

Yabancı sermaye genellikle iki ana kategoride değerlendirilir: doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) ve portföy yatırımları. DYY, uzun vadeli olup bir ülkeye fabrika, üretim tesisi, teknoloji ya da marka yatırımıyla gelir. Portföy yatırımları ise daha çok hisse senedi, devlet tahvili, özel sektör bonosu gibi finansal araçlara yönelir. DYY, istihdam yaratır ve ekonomide yapısal dönüşümleri desteklerken, portföy yatırımları sıcak para niteliğindedir ve ani giriş-çıkışlarıyla ekonomik dengeleri kolayca sarsabilir.

Yabancı yatırımcıların bir ülkeye girişi genellikle o ülkenin ekonomik göstergeleri, politik istikrarı, hukukun üstünlüğü ve finansal kârlılığı gibi faktörlerle şekillenir. Türkiye örneğinde olduğu gibi, yüksek faiz oranları ve kur avantajları, yabancı portföy yatırımcısını kısa vadede cezbedebilir. Ancak bu tür girişler, kalıcı bir büyüme değil, geçici bir sermaye bolluğu yaratır. Yabancı sermaye, en küçük belirsizlikte —örneğin bir seçim sonucu, bir merkez bankası kararı veya küresel bir kriz işaretiyle— hızla çıkış yapabilir. Bu da kurda ani artışlara, borsada değer kayıplarına, faizlerde sıçramaya neden olur. Ekonomi bir anda sıcak paranın terkettiği bir boşluğa düşer.

Türkiye’de geçmişte yaşanan pek çok finansal dalgalanmanın arkasında, yabancı sermayenin ani çıkışları yer almıştır. Örneğin, 2018 döviz krizi döneminde, uluslararası yatırımcıların Türk Lirası’ndan hızla çıkış yapması, döviz kurunun patlamasına ve enflasyonun hızla tırmanmasına yol açmıştır. Sermaye girişine bağlı olarak şekillenen ekonomik dengeler, yabancı sermayenin çıkışıyla beraber sarsılmıştır. Bu tür dalgalanmalar sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve siyasi istikrarsızlıkları da tetikleyebilir. Enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı bozulmaları, toplumsal huzursuzluklara neden olabilir.

Yabancı sermayeye olan aşırı bağımlılık, ülkenin kendi ekonomik dinamiklerini oluşturmasını da engeller. Kolay para girişleri, hükümetleri zor reformları ertelemeye, popülist politikalar uygulamaya ve yapısal dönüşümleri ihmal etmeye iter. Çünkü sıcak para, kısa vadede büyüme göstergelerini yapay olarak iyileştirir. Cari açık, dış borçlanma veya üretim açığı gibi kronik sorunlar ise perde arkasında büyümeye devam eder. Bu durum, ülkelerin ekonomik bağımsızlığını tehdit eden bir bağımlılık döngüsüne dönüşebilir.

Yabancı sermayeye güven meselesi aynı zamanda bir yönetişim sorunudur. Yatırımcılar için öngörülebilirlik, hukuki güvence ve siyasi istikrar hayati önemdedir. Ancak bu unsurlar zayıfsa, sermaye ülkeye geçici olarak gelir ama uzun vadede kalmaz. Hukukun üstünlüğünün tartışmalı olduğu, yargı bağımsızlığının zedelendiği, ekonomik kurumların siyasallaştığı ortamlarda sermaye kalıcılık göstermez. Bu yüzden yabancı sermayeyi ülkeye çekmek kadar, onu tutmak da önemlidir. İstikrarlı ve güvenilir bir yatırım ortamı oluşturulmadan sadece kısa vadeli kazançlar için sermaye girişine bel bağlamak, uzun vadede ülke ekonomisini kırılganlaştırır.

Yabancı yatırımcı açısından da tablo benzer şekilde pragmatiktir. Kâr neredeyse, sermaye oraya gider. Bugün Türkiye’ye gelen sermaye, yarın Endonezya’ya, ertesi gün Meksika’ya yönelebilir. Bu mobilite, uluslararası yatırımcının “güven” kavramını sadece kârlılıkla ilişkilendirdiğini gösterir. Dolayısıyla yabancı sermaye, ulusal çıkarlarla örtüşmeyen, tamamen kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir akımdır. Onu milli kalkınma projelerinin baş aktörü yapmak, çoğu zaman beklentileri boşa çıkarabilir.

Yabancı sermayeye güvenin sınırlarını belirlemek, ülkelerin ekonomik stratejilerinde denge politikalarını öne çıkarmasını gerektirir. Yani yabancı sermaye elbette ki teşvik edilmeli, ancak yerli yatırımcı da ihmal edilmemelidir. Eğitim, teknoloji, sanayi ve Ar-Ge yatırımlarıyla ülke içi kaynakların etkinliği artırılmalıdır. Yatırım ortamının iyileştirilmesi, sadece dışarıdan para çekmek için değil, içerideki girişimciyi ve yatırımcıyı da cesaretlendirmek için yapılmalıdır. Böylece ekonomi, dışa bağımlılıktan çok kendi gücüne dayanan bir yapıya kavuşabilir.

Sonuç olarak, yabancı sermaye başlı başına ne kurtarıcı ne de düşmandır. Onu anlamak ve yönetmek gerekir. Sadece sermaye girişiyle büyümeye çalışmak, kalıcı refah getirmez. Ülkeler, sıcak para yerine kalıcı yatırımları çekmeye ve kendi iç dinamikleriyle üretim odaklı büyümeye odaklanmalıdır. Bugün girip yarın çıkabilecek bir sermaye akımına gelecek inşa etmek için güvenmek, kumar oynamaya benzer. Ekonomik kalkınma, yalnızca dış sermayeye bel bağlayarak değil, kendi potansiyelini harekete geçirerek mümkündür. Bu sebeple yabancı sermayeye duyulan güven, ölçülü ve akılcı olmalı; ekonomi politikaları ise dış kaynaklı kırılganlıklardan arındırılmış, sürdürülebilir temellere oturtulmalıdır.