Atıl Kapasitenin Yükseldiği Bir Dönemde Her Yatırım Doğru Değildir

Türkiye ekonomisinde sıkça karşılaştığımız temel çelişkilerden biri, atıl kapasitenin yükseldiği, üreticinin zarar ettiği dönemlerde dahi yatırım yapılmaya devam edilmesidir. Oysa bu yaklaşım, kaynak israfını beraberinde getirirken, hem mevcut yatırımcıları hem de yeni yatırımcıları zora sokmakta, ülke genelinde verimliliği düşürmektedir.

Gelişmiş ülkelerde ise bu tür durumlar yasal ve kurumsal çerçevede sıkı bir şekilde denetlenmektedir. Özellikle ölçek ekonomisinin hâkim olduğu bu ülkelerde, arz fazlası oluşabilecek yatırımlara izin verilmemektedir. Sadece bugünün değil, geleceğin piyasa dengeleri de göz önünde bulundurularak yatırımlar planlanmakta, yatırımcılar bilinçli bir şekilde hareket etmektedir.

Ancak Türkiye’de bu sürecin oldukça farklı işlediğini görmekteyiz. “Serbest piyasa” anlayışıyla, çoğu zaman piyasa ihtiyaçlarından uzak, furyaya kapılmış yatırımlar yapılmakta. Un üretiminden tütün mamullerine, makinelerden her köşe başına açılan kafe dükkânlarına kadar birçok alanda kontrolsüz kapasite artışları yaşanıyor. Sonuç ise hem mevcut işletmelerin kârlılığını eritmekte hem de yeni girişimcileri zararla tanıştırmakta.

Bu tablo, kıt olan sermayemizin yanlış alanlarda kullanılması anlamına geliyor. Ekonomide israfın en açık hali, verimsiz ve plansız yatırımlardır.

Bu noktada dikkat çeken bir ayrım var: Katma değeri yüksek, teknoloji odaklı ürünler ihracatta olumlu katkı yaparken, geleneksel ve herkesin üretebildiği ürünler sorun yaratmaya devam ediyor.

Bu tablo bize iki temel gerçeği hatırlatıyor:
Birincisi, ölçek ekonomisinin vazgeçilmezliği. Yani, birim maliyeti düşürebilmek için yatırımların tam kapasiteyle ve yüksek verimlilikle çalışması gerekiyor.
İkincisi ise kaliteli ve sofistike ürünleri, pazarın talep ettiği şekilde geliştirebilmek. Ancak bu sayede cari dengeyi lehimize çevirecek ihracat artışları sağlanabilir.

Bu kapsamda Ankara Sanayi Odası tarafından kurulacak yeni Teknoloji Üssü dikkat çekici bir örnek. 20 bin kişiye doğrudan istihdam sağlayacak, 800 işletmenin faaliyete geçeceği bu proje, sadece üretimi değil, aynı zamanda teknoloji geliştirme ve verimlilik hedeflerini de içermekte.

Peki, kapasite kullanım oranlarının düştüğü bir ortamda bu tür yatırımlar yapılmalı mı? Eğer yatırım, yalnızca üretimi artırmak için değil; ekonomik çeşitliliği ve teknolojik derinliği artırmak, ihracat yapısını niteliksel olarak dönüştürmek amacıyla yapılıyorsa, elbette yapılmalı. Ancak bu noktada kritik olan, yatırımın neye ve nasıl yapıldığıdır.

Türkiye’nin üretimi artırma çabaları, verimlilik ve ürün sofistikasyonu ile birleşmediği sürece, kaynakların yanlış alanlarda harcanması kaçınılmaz olacaktır. Gelişmiş ülkelerin örneklerinde gördüğümüz gibi, sadece üretmek değil, ne ürettiğin, nasıl ürettiğin ve kime sattığın da en az yatırım kararı kadar önemli.

Sonuç olarak, atıl kapasitenin yükseldiği bir dönemde her yatırım doğru değildir. Ama doğru planlanmış, teknoloji ve verimlilik odaklı, ihracata katkı sağlayacak yatırımlar; hem bugünü kurtarır hem de yarının ekonomisini inşa eder. Aksi durumda, kıt kaynaklarla büyük israf yaratılır; hem üretici hem ülke zarar eder.